Ridley Scott’un Blade Runner adlı filmini seyrettiğimde hep ürpermişimdir!
Bir kaç hafta önce orijinal filmi takip eden, ikinci filmin başlangıç bölümlerini seyretmek zorunda kaldım! Tabi ki yine ürpererek! Filmin açılışındaki imajları görmeye mağruz kalırken de, içimden kendi kendime soruyordum; niçin bu imajlar karşıma çıkıyor şu an? Neye işaret ediyorlar? Neyi fark ettirmek istiyorlar bana? O gün bir cevap bulamadım!
Ama demek ki, içtenlikle soruma cevap arıyormuşum ki; bu son günlerde ülkemizde ortaya çıkan orman yangınlarımızın acısı ile, bu sabah uykumdan o sorduğum soruların cevabı ile uyandım!
Fütürist filmin senaryosu, insan görüntüsünde üretilmiş android robotların ‘insan’ gibi olmak, insan gibi ‘hissedebilmek’, arzusu eksenine oturtulmuş. Dünya da artık hiç yeşil birşey kalmamış. Çorak arazi alanlarında kurulu olan yerleşim bölgelerinde ise hala ‘insan’ diye bir varlık var mı, çok muallak!
Kaçak androidi yakaladığında Rick Deckard’a verilen ödül, aşık olduğu ‘projeksiyon kadın’ ile sevgi dolu anlar yaşama fırsatı!
Film boyunca insan gibi gözüken, ama gerçekte hiç bir zaman insan olmayacak olan bu androidler, insan gibi olmak , farkındalığına yaklaştıkları çeşnili duyguları tam olarak tadabilmek için, büyük tehlikeleri ve ölümü göze alıp, acımasız düzene karşı başkaldırıyorlar.
Şimdi bir sinema molası alıp, gazozumuzu yudumlayıp, yavaş yavaş ve zevkle patlamış mısırımızı yiyelim lütfen…gerilimimiz biraz azalsın.
Evet, şimdi filmin devamına dönersek; filmde geçen anahtar diyaloglardan bir tanesi:
‘Sen hiç mucize görmedin ki!’
Kaçak android, tam öldürülmeden önce Rick Deckard’a bunu söylüyor.
Peki neydi bu mucize?
Ve de, biz insanlar, duygularımız ile başa çıkamadığımızdan dolayı, hissetmemek için elimizden geleni yapıyoruz değil mi?
Oysa ki sonsuz hissiyat donanımlarımız var. Çevremiz ile sevgi, saygı ve şevkat ağı kurarak hayatımızı, çok daha anlamlı ve doyum verici bir şekilde yaşamamız mümkün.
Fakat araya, sindirilememiş acı veren duygular giriyor!
Virüs gibi araya, yalnış iletişim giriyor. Kıskançlık, çekememezlik ve rekabet giriyor. Araya, insan mahlukatı olarak aczimiz, değersizlik hissimiz ve korkularımız giriyor.
Sonra bunları kendimize yakıştıramayıp, bu ağır duyguları taşıyamayıp, bunları karşımızdaki insana atfediyoruz, film gibi projeksiyon yapıyoruz!
Kişisel ve kuşaksal travma, beynimizin kimyasal ve fiziksel nörolojisini bozuyor. Korku, acizlik ve travma durumları ile sürekli içli dışlıyız. Doğduğumuz aile ile iyi bir bağlantımız olmamış ise, sonraki herbir ilişkimizde bu hali şablon gibi tekrar ediyoruz.
Ağır konular değil mi?
Kahve vakti geldi galiba? Bir yudum çay yada kahve ve, bir nefes ile biraz sakinleşelim mi?
Peki neydi içime doğan cevap?
O mucize, artık hiç tohum yeşertemeyecek hale gelmiş topraktan, yine bir tohum yeşerebilme mucizesi idi. Kaçak android’in yaşadığı evin yanındaki yanmış ağacın altında ufak bir çicek açmıştı!
gün içinde en azından bir kaç kere içine girip, kendimizi güvenlik, sakinlik ve huşu içinde hissedebileceğimiz, yeşil bir vahaya ihtiyacımız var. Ancak bu vahayı yeşerttiğimizde, doğal olarak sevgi dolu olabiliyoruz. Siz kendi vahanızı nasıl yeşertiyorsunuz? Sizin hayatın zorluklarından ara sıra kaçıp sığındığınız vaha neresi?
Yangınlarımızın bir an önce durdurulabilmesini, ve yaralarımızın birlik ve sevgi ile sarılmasını diliyorum. Hepinize İyi haftalar.
Tuba Mandel
Mutlu Bebek Mutlu Aile – Sağlık Zenginliktir – www.sifahouse.co.uk