Cennetin Krallığı filmini seyretmiş olanlar üniformalarının göğüs kısmında beyaz ve kırmızı haç figürü olan asker-sağlık görevlilerini hemen hatırlayacaklardır. Bunlardan beyaz renkli haç olanlar Katolik Kilisesi’nin Kudüslü Aziz Yuhanna Hastanesi Tarikatı (veya daha çok bilinen isimleriyle “Tapınak Şövalyeleri”); siyah elbise ve kırmızı haç figürü taşıyanlar ise Malta Özerk Askeri Tarikatı (onların daha çok bilinen isimleri de “Malta Şövalyeleri”) mensuplarıydı. Her iki tarikat da Kilise tarafından hemen hemen aynı tarihlerde Filistin’de süre giden Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların ele geçirdikleri yerlerde hem halkın dini ihtiyaçlarını yerine getirecek ve aynı zamanda gerektiğinde savaşacak muharip keşişlerden oluşan bazı dini cemaatler olarak kurulmuş ve Hıristiyan hacıları korumakla görevli olarak bölgeye gönderilmişlerdi. Bu tarikatların içinde Malta Şövalyeleri olarak bilinen Kudüs Hastanecileri bir istisna teşkil eder zira onların kuruluşu Haçlılardan öncesine dayanır. Diğer benzer cemaatlerin zamanla savaş tehlikesi ortadan kalktıktan sonra dağılmasına rağmen Malta Şövalyeleri günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Dünyanın hemen hemen her bölgesinde üzerinde sekiz köşeli beyaz haç amblemi olan Malta Şövalyeleri’ne ait ambulanslar ve görevli insanlara rastlanılabilir.
Batılı eleştirmenler sık sık İslam’daki cihad fikri üzerinde durmakta ve İslam dininin vahşet, şiddet ve savaş içerdiğini ileri sürmektedirler. Her ne kadar İslam’da cihad onların anladığı gibi sadece savaş anlamına gelmese de gayr-i Müslimlerle yapılan her türlü mücadele bu adla anıldığı için bu eleştiriler bir ölçüde makul görülebilir. Ancak, Batı dünyasının “sevgi ve aşk dini” olarak lanse ettikleri ve temel prensibinin “komşunu seveceksin” emri olduğunu iddia ettikleri Hıristiyanlık’ta da savaş dinin bizzat içindedir. Üstelik aynen İslam’da olduğu gibi ona bir kutsallık atfedilmekte ve Kilise tarafından böyle bir mücadeleye katılanlar övülerek yüceltilmektedir. İslam’da cihada herkesin katılması beklenirken Hıristiyanlık’ta işi sadece savaşmak olan dini cemaatler kurulmuş ve üyelerinin din adamı olması zorunluluğu getirilmiştir. Muharip din adamları fikri ise günümüz hümanist anlayışına oldukça ters gelmektedir. Fakat Latin Amerika’daki Özgürlük Teolojisi taraftarı özellikle Cizvit cemaatine mensup din adamlarının ellerinde makineli tüfeklerle birlikte gerillaların yanında savaşması ilk başta bizlere biraz tuhaf gelmişse bile artık sıradanlaşmıştır. Fakat Oryantalist gelenek hala etkisini sürdürmekte ve İslam’ın insanların akıl ve kalplerini ikna ederek değil de kılıçla yayıldığı ve günümüzde de bir terör dini olduğu algısını medya aracılığıyla yaymaya devam etmektedir.
1099 yılında Haçlılar Kudüs’ü zaptettiklerinde şehirde daha önceleri bir tarikat tarafından kurulmuş bir hastaneye rastlamışlardı. Bu keşişler kendilerine koruyucu aziz olarak Aziz Vaftizci Yahya’yı almışlardı. Halifeden izin alarak bölgede bir kilise, manastır ve hastane inşa ederek Kudüs’e hac ibadeti için gelenlerin bakımını üstlenmişlerdi. Fakat Müslümanların şehri tekrar ele geçirme çabaları karşısında bu keşişler savaşı sadece bir vazife olarak değil aynı zamanda misyonlarının bir parçası olarak görmeye başlayarak silahlanmışlar ve şehri savunma adına savaşlara katılmışlardır.
Bugün Malta Şövalyeleri olarak bilinen bu cemaat tarihin çeşitli dönemlerinde ve yerleştikleri bölgelere göre farklı isimlerle anılmıştır. Mesela, 1309 yılına kadar Kudüs Aziz Yahya Şövalyeleri (Hastanecileri), 1309’dan 1522 yılına kadar Rodos Şövalyeleri ve 1530 yılından bugüne kadar da Aziz Yahya’nın Kudüs, Rodos ve Malta Özerk Askeri Hastanecileri Cemaati adlarını taşımışlardır.
Cemaatin tarihini merkezlerinin bulunduğu bölgeler göre zaman dilimlerine ayırmak mümkündür.
Kudüs Hastanecileri
Haçlılardan önce Kudüs’te, hac için gelmiş hacılara sağlık ve barınma hizmeti veren farklı milletlere ait pek çok dini kurum bulunmaktaydı. Mesela, 1000 yılından itibaren Charlemagne döneminde bir Fransız misafirhanesi ve Kral Aziz Stephan döneminde bir Macar misafirhanesinden söz edilmektedir. Fakat bunların içinde en çok bilineni o zamanlarda Filistin ile ticari ilişkileri olan İtalya’nın Amalfi bölgesinden gelmiş olan tüccarların kurmuş olduğu İtalyan misafirhanesidir. Aziz Yahya Hastanecileri’nin başlangıcını bu kuruma dayandırma teşebbüslerine rağmen kendilerine koruyucu aziz olarak seçmiş oldukları kişilerden dolayı tarihi bir yanılgı ortaya çıkmaktadır; zira İtalyan misafirhanesinin koruyucu azizi İskenderiyeli Aziz Yahya iken Kudüs Hastanecileri Vaftizci Aziz Yahya’yı koruyucu aziz edinmişlerdi. Dahası, Kudüs Hastanecileri Aziz Augustin meşrebine bağlıyken İtalyan misafirhanesi Aziz Benedikt meşrebini takip etmekteydi. Amalfi (İtalya) misafirhanesi bir manastıra bağlıyken Kudüs Hastanecileri cemaati başından beri özerkti. Fakat Malta Şövalyeleri’nin kurucusu olarak daha sonra Kilise tarafından azizlikten bir önceki kademe olan “kutsanmış” mertebesine yükseltilmiş Gerard (veya Gerald) olduğunda bir şüphe yoktur. Bu bilginin en önemli kanıtı da 5 Şubat 1113 tarihli Papa II. Paschal’ın cemaati resmen tanıdığına dair “Pie Postulatio Voluntatis” başlıklı resmi bir papalık belgesidir. Haçlıların bölgeye gelmesinden önce bu cemaatin geliri sadece İtalya’da toplanıp cemaate gönderilen sadakalar iken Haçlı askerlerine sağladıkları hizmet neticesinde onların kendilerine sunmuş oldukları cömert hediyeler ve hatta Kudüs Krallığı kurulduktan sonra elde ettikleri araziler olmuştur. Daha sonra onların hizmetlerinden memnun dönen hacıların İtalya ve Sicilya gibi diğer ülkelerde cemaate yapmış oldukları yardımlar sonucu elde edilen arazi ve mülkler cemaati kısa bir sürede zengin ve güçlü bir konuma getirmişti.
Cemaatin hızlı bir şekilde gelişip büyümesi ise Gerard’dan sonra başa geçen Raymond du Puy (1120-1160) dönemine rastlar. Hastane binası yeni inşaatlarla genişletilmiş ve Aziz Yahya’ya adanan erkekler kısmı ile Mecdeli Meryem’e adanan hanımlar kısmı duruma göre bazen 2000 yatak kapasiteye ulaşmıştır (burada biraz abartma söz konusu olabilir belki yılda 2000 hacıya bakıldığı kastedilmektedir). Cemaat muhtemelen bu dönemde askeri bir kimlik kazanmış ve mensupları fakirlik, evlenmeme ve itaati içeren ve normalde her rahibin dinsel olarak ettiği yemine ilaveten kanlarının son damlasına kadar Hz. İsa’ya ait olduğu iddia edilen Kutsal Mezar’ı koruyacaklarına ve kafirlerle nerede olursa olsun savaşacaklarına dair ant içmişlerdir. Burada iki sınıf cemaat mensubundan söz edilebilir: Öncelikle bütün üyelerin rahip olmalarına rağmen bazı üyeler sadece askerlik ve savaş işiyle meşgul olurken diğer bir kısmı da hastaneye gelen hasta ve yaralılarla ilgilenmekteydi. Askeri seferler sonucunda Trablusşam’da 1142-1144 tarihlerinde beş önemli kaleyi ele geçirmişler ve bunlardan bugünkü Suriye’nin güneyinde Filistin sınırına yakın olan Kal’atü’l-Hısn’da bulunan ve o zamanlar Krak des Chevaliers diye anılanı kendilerine üs olarak seçmişlerdir. Bu kale günümüzde Suriye ile İsrail arasında yaşanan savaşlarda önemli bir merkezdir. Aşağıdaki resimde köşeli olan kısım Türkler tarafından inşa edilmiştir.
Akra’nın 18 Mayıs 1291 günü Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Hıristiyan Kudüs Krallığı kesin bir yenilgiye uğramış ve cemaat de o savaşta yaralı olarak kurtulan ve birkaç Şövalye ile deniz yoluyla Filistin’den kaçan o günkü Büyük Üstadları Jean de Villiers’in kararı ile merkezini Kıbrıs’a taşımak zorunda kalmıştır. Burada da Kıbrıs kralı Amaury kendilerine deniz kıyısındaki Limasol şehrini verince mülkler edinmişler ve kaldıkları 20 yıl boyunca cemaatin geleceğini tartışmışlar ve en sonunda eğer gelecekte bir adada yerleşmek zorunda kalacaklarsa denizci muharip olma kararı almışlardır. Kudüs’e hac ziyaretleri tamamen sona ermediğinden kendilerine savaş filoları inşa ederek denizden hacıları korumaya devam etmişlerdir. Bu süre zarfında da Corsairs olarak ün kazanmışlardır (Batı dillerinde corsair ile pirates kelimeleri ‘korsan’ anlamına gelmekle beraber ilki kendi tarafımızda olanlar ya da belirli bir devlet otoritesine bağlı olanlar, ikincisi ise düşman tarafında olanlar için kullanılır). Kıbrıs’ın Latin Kralı en başından beri topraklarında yabancı bir askeri kuvvet istememiş ve bu isteksizliğini her fırsatta dile getirmiştir. Adadan ayrılmaya karar verdiklerinde başı Türklerle dertte olan Bizans İmparatorluğu’nun Rodos adasını kendileri için yeni merkez olarak belirlemişlerdi.
Rodos Şövalyeleri
Her ne kadar cemaat adanın isteyen herkes tarafından kolaylıkla ele geçirilebileceğini düşünmüşse de yerli halk onlara mukavemet göstermiş ve 1306 yılından 1309 yılına kadar kanlı savaşlar yaşanmıştır. En sonunda 15 Ağustos 1309 günü cemaatin Büyük Üstadı Fulk de Villaret başkanlığında ada halkının ağır isteklerini kabul ederek adaya yerleşmişlerdir. 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın adayı fethetmesine kadar geçen iki buçuk asırlık süre cemaatin altın dönemi olmuştur denilebilir. Bu dönemde Rodos Şövalyeleri Batı Hıristiyanlığının güneydeki en güvenilen kalesi olmuştur.
Rodos’a yerleştikten sonra cemaatin yapısında da önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Mesela cemaatin büyük üstadı, dini bir yönetim tarzına dönüştürülen adanın da en yüksek yöneticisi haline gelmiş ve daha da önemlisi, hasta bakımı ikinci plana düşmüştür. Tapınak Şövalyeleri’nin 1312 yılında ilga edilmesi de bu değişikliklerde önemli rol oynamıştır. Tapınak Şövalyeleri’nin cemaate katılımıyla onlara papalık tarafından verilmiş tüm mülkler de el değiştirmiş ve cemaatin mal varlığı en üst seviyeye çıkmıştır. Yönetim yapısı da diller, manastırlar ve komutanlıklara ayrılmıştır. Diller veya milletlerin sayısı sekizdi ve her birisine bir şerif tayin edilmiş, ayrıca cemaatin önde gelen asalet rütbeleri de bu milletlere dağıtılmıştır: Provence (güney Fransa) büyük komutan, Auvergne mareşal, Fransa büyük hastaneci, İtalya amiral, Aragon sancaktar, Kastilya şansölye, Almanya büyük şerif ve İngiltere turcoplier (Kudüs’teyken askeri düzeni Türk ordusunu örnek aldıkları için bu isim verilmişti). Büyük üstad bu dillerden herhangi birisinden seçilebilir ve en yüksek otoriteye sahip olmasına rağmen diğer Hıristiyan cemaatlerde olduğu gibi bir istişare meclisinin altında yer alırdı. Her dil kendi aralarında manastırlara ayrılmış ve bu manastırların yöneticileri yeni şövalye alma ve komutanlıkları ziyaret ve teftiş etme haklarına sahipti. Manastırların sayısı 24 iken onların altında yer alan komutanlıkların sayısı 656 idi. Yine diğer cemaatlerde olduğu gibi, görevler yaş ve kıdeme göre dağıtılmaktaydı.
Cemaatin yapısındaki değişiklikle şövalyelikten ziyade korsan gemileriyle Akdeniz’de Hıristiyan ticaretinin devamını sağladıkları gibi Türk gemilerine saldırılar düzenlemişler ve zaman zaman zengin ticaret limanlarını (İzmir, 1341 ve İskenderiye, 1365) yağmalamışlardır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Akdeniz’de korkulu bir rüya haline gelen bu korsanları yok etmek amacıyla dikkatini Rodos’a yöneltmişti. Bu durumdan tedirgin olan Rodos Şövalyeleri daha çok savunmaya çekilmişler ve fatih’in 1480 yılında adayı kuşatmasını püskürtebilmişlerdi. Ama Kanuni Sultan Süleyman 1522 yılında adaya bu sefer çok büyük bir askeri kuvvet göndermiş ve yaklaşık altı ay süren kuşatmadan sonra 24 Aralık günü teslim olmuşlardı. Hayatları bağışlanmış ve Kanuni’nin onların kahramanlıklarını takdir etmesi üzerine gemileriyle adadan ayrılarak Avrupa’ya dönmelerine izin verilmişti. Bu olaylar üzerine İspanya kralı V. Charles’a Malta’yı kendilerine vermesi için yalvarmışlar ve o da 1530 yılında adayı bir tür zeamet olarak cemaate vermişti.
Malta Şövalyeleri
Malta’ya yerleştikten sonra da Rodos’ta olduğu gibi korsanlarla mücadeleye devam etmişler ve küçük bir filoya sahip olmalarına rağmen Osmanlıların dikkatini çekmeyi başarmışlardır. Tabii Osmanlı sultanı onların hayatlarını bağışladıktan sonra eskisi gibi hareket etmeye devam ettiklerinden 1565 yılında Rodos’takine benzer bir kuşatma daha olmuş ama bu sefer tam teslim olacakları sırada İspanya’dan yardım gelince Osmanlı ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır. 1571 yılında Osmanlılar bir kez daha adaya sefer düzenlemişler ama bu sefer de denizde kral V. Charles’ın oğlu ve Avusturya kralı Don Juan’ın komutasında kendilerinden kat kat üstün bir İspanyol-Venedik savaş filosuyla karşılaşmış ve ağır bir yenilgiye uğramışlardır. Tarihte İnebahtı Savaşı olarak anılan bu olaydan sonra 1607 yılında cemaatin Büyük Üstadı Reichsfürst (imparatorun prensi) statüsüne yükseltilmiştir. İnebahtı Savaşı’ndan sonra Şövalyeler Akdeniz’deki korsanlarla savaşmaya devam etmişler ve merkezleri Malta, Afrikalı ve Türklerden oluşan bir köle merkezi haline gelmiştir. 18. asra kadar bu durum böyle devam etmiş ve bu kez de Avrupa’da meydana gelen olaylar cemaati etkilemiştir. Protestanlığın yükselişiyle Avrupa’daki mal varlıklarını yitirmeye başlamışlardır. Mesela, İngiltere şubesinin mülkleri 1540 yılında devlet tarafından ele geçirilmiş, Almanya şubesi Luterancı Hıristiyanların eline geçmiş ve daha sonra da Prusya kralının çabalarıyla Prusya Hastaneci Şövalyeleri adında yeni bir cemaat kurulmuştur.
Malta Şövalyeleri Rus Deniz Kuvvetleri’nin en önemli kısmını oluşturmasının yanı sıra Fransız Deniz Kuvvetleri’nde de belirli bir ağırlığa sahipti. 1789 Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan asillere karşı bir oluşum neticesinde Şövalyelerin büyük bir kısmı ülkeden kaçmış, cemaat hemen hemen yok olmuş ve tabii oradan gelen mali gelirler de sona ermiştir. Üstelik İhtilal sonrası hükümet de 1792’de cemaatin mal varlığına el koymuştur.
Napolyon’un Mısır seferi yolunda 1798 yılında Malta’yı fethetmesi ile cemaat merkezini yitirmiştir. Rodos’tan ayrıldıktan sonra Avrupalı krallar nezdinde yaptıkları girişimlere benzer şekilde kendilerine yeni bir yer verilmesini istemişler ancak hiçbir kral bu isteğe olumlu bakmamıştır. Böylesine zor şartlar altında Rus İmparatoru I. Paul cemaate St. Petersburg’ta yerleşebilecekleri iznini verince 1801’de onu cemaatin Büyük Üstadı seçmişlerdir. Fakat imparatorun iki yıl sonra öldürülmesiyle cemaatin başına yeniden bir Katolik Üstad getirilmiştir. 1805 yılından 1879 yılına kadar cemaat Büyük Üstad yerine teğmenlerle yönetilmiş ancak Papa XIII. Leo cemaate tekrar Büyük Üstad rütbesini verinceye durum böyle devam etmiştir. Papalığın izni ile de cemaatin merkezi Roma olmuştur. Cemaatin merkezi 1834 yılından beri Roma’dadır ve bugün itibariyle dünyada 54 ülkede yaklaşık 10.000 şövalye ve bayan şövalye vardır. Mensuplar dünyadaki 50 manastır veya ulusal kurumlardan birisine bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
Savaşların ve deniz korsanlarının bittiği modern dönemde cemaat önce özerk bir yapıya ve daha sonra da Birleşmiş Milletler’de daimi gözlemci üye statüsünü elde etmişlerdir. Bu şekilde, her ne kadar bir vatan ve toprakları olmamasına rağmen dünyada doksandan fazla ülke ile diplomatik ilişkiler geliştirmiş ve kendi pasaportları, paraları (Scudo), araba plakaları ve posta pullarını basma yetkisine de sahip olmuşlardır. Günümüzde varlığını hayır işleri ve törensel etkinliklerde bulunmak suretiyle devam ettirmektedirler.
Sovrano Militare Ordine Ospedaliero di San Giovanni di Gerusalemme di Rodi e di Malta ismiyle Malta Sarayı da denilen Via dei Condotti 68 adresinde Büyük Üstad ikamet etmekte ve cemaatin önemli toplantıları da yine burada gerçekleştirilmektedir. 94 ülke ile diplomatik ilişkileri, 6 ülke (Belçika, Fransa, Almanya, Lüksemburg, Monako Prensliğ ve İsviçre) ile de resmi ilişkileri devam etmekte, uluslar arası hukukta devlet olmayan kurumlara verilen statü ve Avrupa Birliği ile Uluslar arası Kızıl Haç Komitesi gibi kurumlarda üyelik hakları vardır.
SMOM harfleri cemaatin tam ismi olan "Sovrano Militare dell'Ordine di Malta" (Sovereign Military Order of Malta – Malta Özerk Askeri Cemaati) veya "Servizio Militare dell'Ordine di Malta" (Military Service of the Order of Malta – Malta Cemaatinin Askeri Hizmetleri)’ni temsil etmektedir.
Cemaatin amblemi olan sekiz köşeli haç Hz. İsa’nın kutsadığı sekiz grubu temsil eder:
1. Manevi olarak fakir olanlar zira cennetin krallığı onlarındır;
2. Matem tutanlar zira onlar teselli edileceklerdir;
3. Alçak gönüllüler zira dünya onlara miras kalacaktır;
4. Faziletlerinden dolayı açlık ve susuzluk çekenler zira onlar doyurulacaklardır;
5. Merhametli olanlar zira onlar merhamete mazhar olacaklardır;
6. Kalpleri temiz olanlar zira onlar Tanrı’yı görebileceklerdir;
7. Barış yanlıları zira onlar Tanrı’nın çocukları olarak anılacaklardır;
8. Faziletlerinden dolayı zulme uğrayanlar zira cennetin krallığı onlarındır. Sadece benim yüzümden insanların size hak etmediğiniz kötü davranışlarda bulunması, hakaret etmesi ve zulmetmesi sebebiyle sizler de kutsanmışsınızdır (Matta 5: 3-11).
Cemaate bugün itibariyle yöneltilen en büyük eleştirilerden birisi mensuplarının aristokrat ve Katolik olması sebebiyle sol ve komünizm karşıtı olmalarının yanı sıra CIA’nin kuruluşunda önemli ve etkin bir rol oynamasıdır. Çünkü CIA kurucularının hepsi Şövalye idi ve Ronald Reagan döneminde kurumun başına getirilen William Casey ile JFK dönemindeki CIA başkanı John McCone’a kadar pek çok başkan ve önemli görevlerde hep Şövalyeler yer almıştır.
Malta Şövalyeleri’nin kilit rol oynadıkları bölgelerin başında Afrika ve Latin Amerika gelmektedir; mesela Arjantinli sivil diktatör Juan Peron’un bizzat kendisi ile diktatör Pinochet suikastını gerçekleştiren kişinin bile cemaatte üst düzey üye olduğu artık herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Bilderberg Grubu’nun da Şövalyeler tarafından kurulup idare edildiği iddialar arasındadır. Malta Şövalyeleri ile Tapınak Şövalyeleri kuruluş itibariyle de masonluğa benzemesi dikkat çekici olup masonluğun Tapınak Şövalyeleri’nin mirasçısı olduğu bile söylenebilir.