Dünyanın gözü önünde sergilenen bir katliamı konu alan bir oturumda kendisine yapılan haksızlıklardan şikayet eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan henüz oturum tamamlanmadan salonu terk ederken aslında kendisinin orada değil de binlerce kilometre ötede, Belém, Brezilya’da yapılmakta olan Dünya Sosyal Forumu’nda böyle bir tartışma ortamında bulunması gerektiğini fark etmişti. Zira gücünü ekonomiden alan dünya liderleri yerine gücünü kendisi gibi yerel halklarından alan sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir arada bulunmaktan kesinlikle daha çok keyif alacak ve haksızlığa karşı dünya düzeninin öngördüğünün aksine demokratik bir katılımın gerçek gücü ve iktidarı sağladığını Türkiye dışında bir kere daha tecrübe edebilecekti. Belki de kendisi binlerce temsilciye hitap ederken bir başka dünyanın mümkün olduğunun da ötesinde “lüzumlu” olduğunu da ezberindeki binlerce şiirle daha kolay ifade edebilecekti. Sayın Başbakan eğer sözünde durup da gelecek sene Davos’a gitmeyecekse onu, İstanbul’da yapılması planlanan Avrupa Sosyal Forumu’na destek vermesi ya da küresel krizin en önemli merkezlerinden olan Amerikan otomotiv endüstrisinin başkenti Detroit Dünya Sosyal Forumu’nda görmek dünyanın ezilmiş halklarında bir ümit ışığı olacaktır.

26 Kasım- 3 Aralık 1999 tarihleri arasında 134 üyeli Dünya Ticaret Organizasyonu toplantılarının yapıldığı Seattle’da o günlerde sadece “küreselleşme karşıtı” olarak adlandırılan ve yaklaşık 60.000 protestocunun katıldığı bir takım gösterilerin ardından Ocak 2001’de Dünya Sosyal Forumu ilk toplantısını yapmıştı. Ev sahibi olarak da Brezilya’nın en güneyinde Uruguay sınırında yer alan Porto Alegre bölgesinin seçilmesinde hiç kuşkusuz bir anlamı olmalıydı. “Katılımlı bütçe” tabiri bu bölgede daha önce en az 15 yıldan beri uygulanmakta olan bir yöntemdi ve kamu finansal kaynaklarının eyalet bazında nasıl harcanması gerektiğine, belediye meclislerinde yer alan seçilmiş politikacılar veya teknokrat-bürokratlardan ziyade halkın bizzat katılımıyla karar verilen bir süreçti. Tabii bu uygulama ile “doğrudan demokrasi” katılımlı bir şekilde uygulanmakta ve aktif vatandaşlık teşvik edilmekteydi (daha fazla bilgi için bkz. Iain Bruce (der.), The Porto Alegre Alternative: Direct Democracy in Action, Pluto Press, Londra ve Ann Arbor, MI: 2004).

Dünya Sosyal Forumu kendi tüzüğünde şöyle tarif edilmektedir: “… çoğulcu, farklı kesimlerin katıldığı, bütün dinlere açık, hükümetlerle ve siyasi partilerle ilişkisi olmayan ve yerelden uluslararası seviyeye kadar her seviyeden somut biçimde başka bir dünya inşa etmeyi amaçlayan organizasyonlar ve hareketleri ademi merkeziyet esasına uygun olarak bir araya getirip karşılıklı ilişki kurmalarını sağlayan bir yapıdır. Dünya Sosyal Forumu her zaman çoğulculuğa ve farklı aktivitelere; kendisine katılma kararı almış farklı cinsiyetler, milliyetler, kültürler, nesiller ve fiziki kapasiteye sahip olan her organizasyon ve hareketleri bir araya getirmek üzere bu tüzükteki prensiplere uymayı kabul ettikleri müddetçe açık bir forum olacaktır” (World Social Forum, “Charter of Principles” (8 June 2002); www.forumsocialmundial.org.br/main.php?id_menu=4&cd_language=2). Bu tüzükte ayrıca Dünya Sosyal Forumu’nun kuramsal anlamda küreselleşmeye ve neoliberalizme karşı alternatif seçenekler bulunması için dünyanın her tarafından sivil toplum örgütleri ve farklı hareketleri bir araya getirmek suretiyle daha adil ve demokratik bir dünyanın inşası için tecrübelerin paylaşılması, yeni stratejilerin belirlenmesi ve tartışmaların yapılabileceği bir platformun oluşturulması amaçlandığı açık bir şekilde belirtilmiştir.

Bu Forum genellikle her yıl Ocak ayında gerçekleştirilmektedir. Bu tarihin seçilmesinde en önemli etken aynı dönemde toplanan Dünya Ekonomik Forumu’na bir alternatif teşkil etmesidir. Böylece, konum itibariyle Davos’ta gösteri yapılmasının zorluğu ve daha yapıcı bir şekilde tartışmaların yapılabilmesi ve dünya medyasında kendilerine rakip olarak gördükleri Dünya Ekonomi Forumu’na ilginin azaltılarak etkinsizleştirilmeye çalışılmasıdır. Yüzlerce atölye çalışmasının yanı sıra medyanın ilgisini çekecek isimlerin (mesela Noam Chomsky) yaptıkları konuşmalar sayesinde hem katılan sivil toplum örgütü mensupları ve hem de genelde dünya kamuoyu kapitalizm sonrası bir dünya tasavvuru hakkında bilgilendirilmektedir.

2001, 2002 ve 2003 yıllarında Porto Alegre’de düzenlendikten sonra 2004 yılında Dünya Sosyal Forumu Brezilya’nın dışında, Hindistan’da gerçekleşmiştir. Sonraki yıl tekrar Brezilya’ya döndükten sonra 2006 yılından itibaren Dünya Sosyal Forumu tek bir merkez yerine aynı anda üç farklı kıtada (Mali, Pakistan ve Venezüella) düzenlenmiş ama önceden tahmin edilemeyen bazı zorluklardan dolayı ertesi sene tekrar merkezileşerek Kenya’da gerçekleştirilmiştir. 26 Ocak 2008 günü Dünya Sosyal Forumu’nun sekizincisi tek bir yer değil binlerce yerel sivil toplum kuruluşunun katılımıyla Küresel Eylem Çağrısı adıyla gerçekleşmiştir. Dokuzuncu Forum da 27 Ocak ile 1 Şubat 2009 tarihleri arasında yine Brezilya’nın Belém şehrinde gerçekleştirilmiştir.

Bu arada, Dünya Sosyal Forumu’nun alt organizasyonu olarak “savaşa, ırkçılığa ve neo-liberalizme karşı” sloganıyla 2002, 2003 ve 2004 yıllarında Floransa, Paris ve Londra’da Avrupa Sosyal Forumu da düzenlenmiş ancak bu uygulama daha sonra devam ettirilememiştir.

Kısaca TINA olarak adlandırabileceğimiz ve neo-liberal kapitalizmin muhteşem bir zafere ulaştığı ve artık tarihin bile sonunun geldiği (there is no alternative – başka alternatif yok) tahakkümüne ve muhafazakar görüşe göre “geleceğin tabii olarak bugünden daha iyi olacağı“tezine karşı mevcut sosyal şartlar içerisinden “daha iyi, daha adil ve daha demokratik bir dünya” tahayyül edilebilmesinin “mümkün” olduğu hep Dünya Sosyal Forumu’nda dile getirilmiştir. Dünya Bankası, Dünya Ticaret Organizasyonu ve IMF’in mevcut olduğu bir dünyada daha fazla zirai mahsul için nehirlerin önüne barajlar yapılması ve toprağın tuzlanmasına aldırmadan üretimin devam etmesi ve sonunda kapitalistlerin mal varlıklarını artırırken çiftçilerin ve köylülerin topraklarından edilmesi, yani “küçük şeyler”e karşı “büyük şeyler”in tercih edilmesi “imkansızın hayali”ni de zorlaştırmaktadır. Halbuki dünya “gazino-, kovboy-, veya süper-kapitalizme” karşı, eşitsizliğin, fakirliğin, açlığın ve çevre felaketlerinin ortasında yeni bir dünya düzeninin oluşturulması vakti çoktan gelmiştir.

Farklılığın verdiği güçle topraksız köylülerden Parisli yazarlara, batılı sivil toplum kuruluşlarından Afrikalı çevrecilere, Singapurlu sendikacılardan dini gruplara, Marksistlerden öğrencilere kadar ister siyasi, ister çevreci, ister manevi ya da sosyal meseleleri önemseyen birbirinden farklı kesimlerin bir araya gelerek dünyanın en büyük sosyal ağını oluşturmaktadır. Küresel siyasette önemli değişiklikler ancak tabandan gelen baskı ile gerçekleşebilir. Belki Dünya Ekonomi Forumu’na davetli olarak katılan siyasi ve ekonomik liderlerin aksine herhangi bir güce sahip olmayan Dünya Sosyal Forumu katılımcıları dünyayı değiştiremezler ama sanat gibi bizim dünyaya bakış açımızı ve şeklimizi değiştirebilirler.