Kerkük’e ilk gidişim 1966 yılında olmuştu. Üniversitemizin bir başka Fakültesinde okuyan “Güler” adlı Türkmen bir arkadaşımız davet etmişti biz Türkçe konuşan çok az sayıdaki öğrencileri Kerkük’e. Güler ile ilk tanıştığımda bana adının “Gular” olduğunu söyleyince çok garibime gitmişti. Gençliğin verdiği bilgisizlik ve ukalalıkla adının “Gular” değil “Güler” olduğunu söylemiştim ona, yerel kültürlerini, yüzyılların geleneklerini hiç dikkate almadan ve “biz ne dersek o olur” havasıyla. Bu davranışımın ne kadar yanlış olduğunu yaz tatili gelip Kerkük’e gidince anlamıştım. Çok uzaklarda yaşayan ve yüzyıllardır yaşadıklarından haberimizin olmadığı “Kıbrıslı” uzak akrabalarımızla tanışmıştım adeta. Türkçeleri aynı bizim Kıbrıs Türkçesiydi ve anlaşmakta da hiç zorluk çekmemiştim. Sıkıştığım vakit en yakınımdaki uzak akrabaya! “Tuvalet nerede” diye sorduğumda yüzünün aldığı şekli hiç unutmuyorum. Kimbilir neler geçirmişti aklından o 1-2 saniye içinde. Anlamadığını kavrayınca “Ayak Yolu” demiştim Kıbrıs deyimiyle. Hemen yüzü parlamış ve yerini göstermişti Türkmen uzak akrabalarım.
Bana çok ilginç gelmişti Kerkük. Yer yüzüne kadar uzanmış doğalgaz nedeni ile belli yerlerde, toprak üzerine çaktığınız çakmakla, toprak hemen alev alıyordu. Rafinerideki çok yukarılara kadar uzanan bacanın ucundan çıkan alev herhalde 15-20 metre uzunluğundaydı. Bu bacanın gece görüntüsü adeta doyumsuzdu. Kenarlara fırlayan, uçuşan, kollarını yana açan ve her anı birbirinden farklı alevi saatlerce seyretmekten hiç bıkmamıştım. Evlerin hepsi tek katlı, büyükçe bir bahçe içinde ve tuğladan yapılmıştı. “Air Cooler” dedikleri hava soğutucuları, günümüzde kullandığımız klimalar gibi değil, yukardan aşağıya akan bir suyun arkasına konmuş pervaneden ibaretti ama ortamı hem nemlendiriyor hem de bayağı soğutuyordu. Bize karşı çok sevecen davrandılar. Türk olmamız onları çok olumlu etkilemişti. Misafirperverliklerine hayran kalmıştım. Herhalde Kerkük’e gelişimiz anavatan hasretlerini depreştirmişti. Her biri bize ayrı bir sevgi gösteriyordu. Öğleyin masaya konan yemekleri, herhalde bir aya geceli gündüzlü yesek bitiremezdik. O denli elleri açık ve misafirperverdi Türkmen kardeşlerimiz.
25 Eylül günü Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) Irak’ın Kuzey bölgelerinde düzenlediği anayasaya aykırı referandum beni çok olumsuz etkiledi. Gelecek ile ilgili olumsuz senaryolar yarattı kafamda. Birkaç sene içinde Irak’ın kuzey bölgelerinde nelerin olacağını ve ne felaketlerin yaşanacağını adeta gördüm. Ki, ziyaret ettiğim günden bu güne demografik yapının bilinçli olarak değiştirildiği Kerkük’te ve Türkmenlerin yaşadığı Irak’ın -orta ve üst- doğu bölgelerinde yüzyıllardır çoğunluğu oluşturan Türkmenler, acımasız saldırılar ve ayak oyunları ile azınlık durumuna getirildi.
Irak Kürt Bölgesinde yapılan bu referandum, 1915 Sykes-Picot Anlaşmasından sonra Ortadoğu’da yaşanacak en büyük siyasi değişimin habercisi.Israil’in güvenliği açısından ABD’nin bölgeye elini sokmasına karar veren “Baba Bush”,uygulayıcısı da döneminABD Dışişleri Bakanı Condeliza Riceoldu.10 Nisan 1991 günü baba Bush’un, Saddam Hüseyin hükümetini, 36. paralelin üzerinde savaş uçaklarını uçurmaması ve askerî harekata girmemesi yönünde uyarması, Orta Doğu’da değişimin başladığının habercisiydi aslında.De facto bir Kürt hükümetinin oluşmasını sağlamak amaçlı 19 Mayıs 1992 de gerçekleştirilen Kuzey Irak’taki genel seçimler ve sonrasında da Ekim ayında Federe Kürt devletinin ilân edilmesiABD-İsrail planının şaşmaz adımlarını gözler önüne serdi.Sonra da Ortadoğu’nun kuzey yarısında kan gövdeyi götürmeye başladı. Kendilerine fazlaca güvenerek sağa sola posta koyan İran ve Irak’ın,Ortadoğu’nun batı kıyılarında “aşı” bir devlet kurmasını kabullenemediler asla. O yüzden de hedef,bu ülkeleri zayıflatmak, güçten düşürmek, mümkünse yok etmekti, son adım hariç başardılar da.
Zaten Israil’in Suriye’yi, Irak’ı ve İran’ı denetim altında tutabilmesinin tek yolu olarak görülen, Ortadoğu’nun kuzeyinde kendilerinin yönettiği bir egemen devletin, namı diğerle “Kürt Devleti”nin kurulmasının planı da tesadüfe bakın 1991 yılında yapılmıştı. (Bak. İsrail'in Gizli Savaşları: I. Black, B. Morris)
Tüm bu yaşananların bizimle ilgisi ne diyebilirsiniz. Açıklayayım; Türkiye, planlı ve doğru bir diplomatik strateji ile IKYB’de yaşanacak gelişmelere paralel olarak KKTC’nin meşruluğunu sağlayabilir, bölgedeki gücünü de arttırabilir.Yani, BM’nin önüne Kürt Devletini tanıması konusu geldiğinde, Türkiye de KKTC’yi BM’nin önüne koyabilir…