Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan tarihi Annan Planı Referandumundan evvel DISY Başkanı olarak ortaya attığı ve arkasında durduğu “Zayıf Merkezi hükümet, güçlü kurucu eyaletler (Devletler)” bugünün tanımı ile “Gevşek Federasyon” düşüncesini geçtiğimiz haftalarda tekrar ortaya attı ve ilgili kesimlerin tepkisini beklemeye başladı.
İlgili kesimlerden kastım, Kıbrıs Rum halkı ve Rum siyasiler, Kıbrıs Türk halkı ve Kıbrıslı Türk siyasiler, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve basını, Yunanistan devleti, Yunan basını ve Yunan halkı, AB yöneticileri ve BM ile ABD yönetiminde Kıbrıs konusu ile ilgili yetkililer.
Annan Planının tartışıldığı günlerde, o dönemde DISY Başkanı olan Anastasiadis, “Zayıf Merkezi hükümet, güçlü kurucu eyaletler (Devletler)” düşüncesini “Sayıları çok fazla olan Kıbrıslı Türk memurların maaşları ile KKTC’nin borçlarını Kıbrıs Rum halkı olarak ödemek ve üstlenmek istemiyoruz” tezine dayandırıyordu. Anastasiadis’in istediği, Federal Devletin kurucularından birisi olacak olan “Kıbrıs Türk Devleti”nin, kendi gelirleri ile zayıf olan Merkezi hükümetten hiçbir maddi katkı beklemeden ve almadan, Kıbrıslı Türk memurların maaşlarını ödemesi ve Türkiye’ye olan borcun da Kıbrıs Türk halkı tarafından ödenmesi idi.
Ne hikmetse Rum lider Anastasiadis, -biraz da art niyetli olarak- 14 sene evvelki fikrini hatırladı ve birkaç hafta evvel piyasaya sürdü. Tepkisinden en çok korktuğu Güney Kıbrıs’ta yaşamlarını sürdüren Rum halkı ve Rum basını Anastasiadis’in bu düşüncesine bırakın şiddetli bir tepkiyi, sıradan bir refleks bile göstermezken, Kıbrıs Rum Ulusal Konseyi karşısına duvar gibi dikildi ve önerisini sunmasına bile izin vermedi. Anastasiadis adeta duvara tosladı Ulusal Konseyde.
Ruhani başkanı olduğu kendi partisi DISY’nin, takım ortağı veya buna Türkiye’de AKP ile MHP arasında olduğu gibi “Cumhur İttifakı” yaptığı DIKO’nun ve Güney Kıbrıs’taki komünist ve aşırı solcuların partisi olan AKEL’in bile karşı çıkacağını öğrenen Anastasiadis, “Gevşek Federasyon” düşüncesini Ulusal Konseye sunamadı. Tam tersine böyle bir söylemi yapmadığını iddia etti. İnkar iddiasını da ünlü “Bozacının şahidi şıracıdır” deyişine uygun olarak, 2014 -2017 yılları arasında Avrupa Parlamentosu Başkanlığı görevini yapan Martin Schultz’a dayandırdı.
Martin Schultz, nereden gerektiyse yaptığı açıklamada, “Anastasiadis, bana gevşek federasyon önermedi. (Anastasiadis’e hitaben) Crans-Montana'da çok yaklaştınız, bunun zemini de iki bölgeli, iki toplumlu federasyondu, bu zeminde müzakerelere geri dönün. Müzakereler, görüşülmüş çerçevenin dışında, ülkenizi derin bölünmeye sürükleyecek iki devlet çözümü için değil, herhangi başka bir belirsiz çözüm için değil” diyerek güya kendisini akladı.
Kıbrıs sorununda son 50 yıldır devam eden müzakereler ve halen daha sorunun çözümlememiş olması, Doğu Akdeniz’deki petrolün ve doğalgazın üzerinde kullanım egemenliği kurmak isteyen ve adına “Batı dünyası” denilen BM, ABD ve AB’nin önünde, büyük ve aşılması zor bir engel oluşturmaya başladı. O yüzden de Batı dünyası bir an evvel Kıbrıs sorununu çözmek ve öncelikle bölgeden çıkarılacak doğalgaz ile ikinci aşamada çıkarılacak petrolü hem kullanmak hem de enerji kozu olarak kullanmak istemekte. O sebeptendir ki Kıbrıs konusu, artık bir şekilde çözülmesi gereken sorun olarak, BM’nin, AB’nin ve ABD’nin dış politika gündemine girerek, en üst sıralarda da yerini aldı.
Şu an itibarıyla Kıbrıs sorunu, Rumların ve Türklerin tam istedikleri şekilde değil, BM’nin AB’nin ve ABD’nin çıkarlarına zarar vermeyecek ve bölgede herhangi bir nedenle silahlı çatışmaya ve sürtüşmeye yol açmayacak, ileriki yıllarda da büyük boyutlarda huzursuzluk yaratmayacak bir sonuca doğru çözülmesi mecrasına sokulmuş gibi. Kıbrıs’ta yaşayan iki halk kabul etse de etmese de, bu süreçten geri dönüş yok, müzakereleri savsaklayarak süreci uzatmak ve statükoyu devam ettirmek de yok. İllaki Batı dünyasının uygun göreceği bir çözüm, taraflara empoze edilecek…