Bu haftanın öyküsü Dr. Mehmet Uhri ‘den. Dr. Uhri İstanbul da yaşıyor. Tanınmış bir tabip. Ama sadece hastalarına şifa dağıtmakla kalmıyor. Aynı zamanda yazdığı güzelim öykülerle yazın dünyasına da ışıklar saçıyor.
Dr Uhri, Türkiye’deki Başkent Üniversitesinin Kültür Yayını olarak her ay okuyucuları ile buluşan ve en çok satan dergiler arasında yer alan “Bütün Dünya”nın seçkin isimlerden oluşan sürekli yazar kadrosunda da yer alıyor. Dergiyi ise onüç yıldır deneyimli ve ünlü gazeteci Mete Akyol yönetiyor.
İşte bu haftanın öyküsü Dr. Mehmet Uhri ‘nin yaşadığı bir olaydan süzüp, damıtıp kaleme alıp bizlerle buluşturduğu bir anlatı: “Bademin Delicesi”.
Ben öyküyü okuduktan sonra Adamızda bol bulunan” Badem Ağaçlarına” daha da dikkatle bakmaya başladım. Dr. Uhri haklıydı. Susuz ve kıraç yerlerde bile yetişebilen bu ağaç yeşilliği, dalları, duruşu, meyvesi ile gerçekten çevresinin yaşam sevincini arttırıyordu.
Beş yıldır küçük bir evi bitirmeye çalışıyorum. Yarın ilk işim bir badem fidanı bulup evin mendil kadar bahçesine dikmek olacak. Bir dikili ağaç olacaksa ilki badem olmalı diye düşündüm.
İşte Dr. Mehmet Uhri’nin sihirli kaleminden bu Pazar gününün Öyküsü: “Bademin Delicesi”
Allah isterse yarın akşam ADA TV de 19.00 ana haberlerinden sonra “Mesut Günsev‘le Pazartesi Öyküleri” programımda bu kez sesli ve görüntülü olarak sizlerle yeniden buluşacak. Yediyüze yakın her hafta başında olduğu gibi.
.Bu arada “delice” tanımının Batı Anadolu da “yabani” anlamında kullanıldığını da sevgili Arslan Mengüç Hoca hatırlattı…Yani “delice badem ağacı “ …”yabani badem ağacı “ demekmiş…
Gelelim bu haftanın öyküsüne:
Bademin Delicesi
“O sabah onca ağrısına halsizliğine karşın hastamızın yüzü gülüyordu. Heyecanla kolumu tutup yanına çekip “Dün gece gördüğüm düşü anlatmalıyım. Hastalığımın ne olduğunu artık biliyorum” dedi. Ayaktan geliş gidişlere tanı koyulamadığı ve rahatsızlığı ilerlediği için hastaneye yatırmıştık. “Yaşlılık benim hastalığım, boşuna aranmayın” diyordu. Yapılan incelemelerde ileri yaşının verdiği değişiklikler dışında kayda değer bozukluk bulamamıştık. Hastamız hızla kilo kaybediyor, vücudunda bezeler beliriyor, ancak nedenini bulamıyorduk. Doğrusu pek iyi bir hastalık bulacağımızı da düşünmüyorduk.
Onca ağrıya, günden güne erimesine karşın beyefendinin yüzünden gülümsemesi eksilmemişti. Yatmaktan pek hoşlanmıyordu. Çoğu kez servisteki öteki hastalara
moral vermeye çalışıp sohbet ederken görüyorduk.
Akşamlarıysa yalnızlık çöktüğünden, kederlendiğinden yakınıyor çoğu kez kızının bıraktığı eski fotoğraf albümüyle oyalanırken buluyorduk onu. Albüme
bakarken yüzünü yine o sevgi dolu ışıltı kaplıyor fotoğrafları ara sıra odadakilere de gösterip gözlerinin eskisi kadar net seçemediğinden yakınıyordu.
O sabah heyecanlıydı. Ağrıları yüzünden uzun süredir iyi uyuyamadığından yakınıyordu; ama bu kez, çocukluğundaki gibi derin uyuyup güzel düşler gördü-
ğünden söz etti. Gerçekten dinlenmiş görünüyordu.
Güçlükle ayağa kalkıp koluma girdi pencereden hastane bahçesindeki ağaçları gösterdi. Odadaki öteki hastalar da kulak kabartmıştı, bu heyecanlı çağrıya. Yaşlı
adamın pek umuru değildi.
“Düşümde bunlar gibi delice bir badem ağacıydım Doktor Bey... Daha doğrusu yabani bir badem ağacının ruhuydum ve bekliyordum.”
“Neyi bekliyordunuz?”
“Baharın gelmesini bekliyordum. Cemreler düştükçe değişiyor, başka bir şey oluyordum. Dallarım tomurcuklanıyor, canlanıyordum. Bir ömür boyu havayı koklayıp çiçek açmaya karar verememiş yabani badem ağacıydım dün gece düşlümde... Sizler beni hasta sanıyordunuz. Birşeyler oluyor, ölüyorum diye korkuyordunuz. Bense yalnızca baharı karşılayıp çiçek açmaya hazırlanıyordum. Oramdan buramdan kan alıyor, parçalar alıp inceliyor hastalığıma ad koymaya uğraşıyordunuz.”
“Yani hasta filan değildiniz?”
“Değildim elbet... Ben kendimi hiç hasta duyumsamadım ki... Yaşlılık bu bendeki... Siz bana hastalık yakıştırmaya çalışıyorsunuz. Baharı koklayan yabani bir badem ağacıydım. Günü geldiğine inanıp çiçeklerini açmaya çalışan bir badem ağacının ruhuydum dün gece... Öyle güzeldi ki çiçeklenmiş dallarım; görmeliydiniz.”
Yüzü gülüyordu. Bizi dinleyen odadaki hastalardan biri ‘Hayırdır inşallah, badem ağaçları zamansız açıp mart ayazında çiçeklerini erken yitirmesi ile ünlüdür umarım sizinki zamanlı açar’ diye seslendi. Hastamız bu sözleri umursamadı. Omuzları
nı silkti.
“Olsun. Ne olduğumu biliyorum ya gerisini boş ver. Kim ne derse desin bence badem ağacı ağaçların en güzelidir. İyi niyetli ve güzel, ama azıcık deli, ne zaman, nerede, ne yapacağı, neye heyecanlanacağı bilinmeyen insanlar gibidir, badem ağacı...
Bulundukları ortamda herkesin çok sevdiği, herkesi çok seven, yardımsever, ama kendini hep kenarda duyumsayan, dengeli olamayıp içinde fırtınalar estirenler gibidir.’
“Siz de kendinizi öyle mi görüyorsunuz?”
“Sanırım. Hem sıcak hem dost hem de azıcık deli, heyecanlı biriyim.
Dostlarım öyle söyler. Ama bilir misiniz? Onca heyecanına karşın üzerine tırmanması, yapraklarının arasında saklanması en kolay ağaçlardandır, badem ağacı... Dalları kalın ve sağlamdır, aşağı doğru uzanan dallarıyla tırmanana destek
verir. Çıkıp üstünde oturabilecek yatay dalları da vardır. İşte ben dün gece düşümde böyle görkemli bir badem ağacının ruhuydum.
Öyle mutluydum ki...”
Yüzü gülüyordu. Hastamızın mutluluğu odadakilere de bulaşmış gibiydi. Tedavisini düzenleyip odadan ayrıldım. O günden sonra hastamızın durumu iyiye gitmedi. Giderek kötüleşti.
Bir hafta sonra onu kaybettiğimizde henüz hastalığının adı netleşmemişti. Odada kalan eşyalarını almak için hastaneye gelen kızına geçen hafta anlattığı düşten söz ettim. Elindeki fotoğraf albümüne bakıp sustu.
Bir süre direndi; ancak gözyaşlarını tutamadı. “Babam çiçek açtı” dedi. Sonra yaşlı gözlerle “iki gün önce vedalaşır gibiydi. Rahmetli annemin yanına gömülmeyi ve mezarına badem ağacı dikmemi istemişti. O gün böyle konuştuğu için çok üzülmüş, korkmuş hatta kızmıştım. Anlamamıştım, anlamak istememiştim’ dedi. Teşekkür edip topladığı eşyalar ve kolunun altına aldığı fotoğraf albümü ile koridorun kalabalığında gözden kayboldu.
Aradan onca yıl geçti. Hastane bahçesinin badem ağaçları bu yıl yine kış güneşine kanıp erken durdu çiçeğe... Kenarda gölgede duran bir tanesi ise henüz açmadı. O bekliyor...”
(Star Kıbrıs)