Geçen hafta piyasalar nisan ortalarından bu yana gerilemekte olduklarının ayırdına vardılar. Hafta sonu değerlendirmelerinde adeta “panik” havası vardı. Bu “yeni” ruh halinin kaynağında “Grexit” korkusu yatıyor. Ekonomik kriz sayesinde bir sözcük daha kazandık: Greece (Yunanistan) ve Exit (çıkış) sözcüklerinden oluşan “Grexit”!
“Grexit” şöyle bir resmi çağrıştırıyor: Yunanistan, İspanya ve Portekiz zincirleriyle Avro bölgesini peşinden sürüklüyor. Avro bölgesi de uluslararası borç piyasalarıyla bağlı olduğu dünya ekonomisini... Bu katar, ilerde bir yerlerde çökmüş olduğunu herkesin bildiği bir tren yolu köprüsü üzerinde hızlanarak ilerliyor. Bu resme bakanların büyük çoğunluğunun ilk tepkisi Yunanistan’ı, diğer borçlu ülkeleri suçlamak oluyor. Ama, “İyi de, her borçluya, bu borcu vermiş olan bir de alacaklı yok mu?”, “Borçları verirken akılları neredeydi?” diye soranlar giderek artıyor. Bu soru da bizi Avrupa Birliği projesinin “çirkin hakikatine” götürüyor.
Bu ‘toparlanma’ da geçiciymiş
Geçen hafta önde gelen borsaların endeksleri geride kalan 6 ayın en sert haftalık düşüşlerini yaşadılar. ABD’de Standard and Poors 500’ün haftalık kaybı yüzde 4.3 olurken, nisan başından bu yana toplam kaybı yüzde 9’a ulaştı. Financial Times World Index’in mayıs başından bu yana toplam kaybı hafta sonunda yüzde 9’a ulaştı. Financial Times 100 haftayı toplam yüzde 5.5 kayıpla kapatırken son 6 ayın en düşük düzeyine iniyordu. Diğer AB borsalarında haftalık kayıplar yüzde 4 ile yüzde 7 arasında değişirken FT Avrupa 300 endeksinin haftalık kaybı yüzde 9’u aştı.
Bu ortamda, Facebook hisselerinin satışı beklenen başarıya ulaşmadı. Bloomberg’in hesaplarına göre, dünyanın en zengin yatırımcıları geçen hafta borsalarda toplam 33 milyar dolar kaybettiler. Hafta sonunda bir adım geri çekilip de borsaların yıllık performansına bakanlar, yılın ilk üç ayında görülen toparlanma havasının geçici olduğu, gerileme eğiliminin en azından (iyimser bir yaklaşımla) hemmuz ayı ortalarına, Yunanistan seçimlerinin ekonomik ve siyasi sonuçları belli olana kadar süreceği sonucuna ulaşıyorlardı.
Financial Times, Lex köşesi, haftayı, “Avro bölgesinin parçalanmasına giden bir yolun açıkça görülmeye başlandığı günler” olarak tanımlıyordu. Lex’e göre bu yolun haritası şöyle: Yunanistan’da, 17 Haziran seçimlerinden SYRIZA birinci parti olarak çıkıyor. Kurtarma paketi konusunda anlaşma olmuyor, tüm dış kaynak kesiliyor. Avrupa Merkez Bankası. Yunanistan’ı Avro bölgesi ödeme sisteminden dışlıyor. Yunanistan, acilen faiz dışı fazla yaratmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalıyor. Yeniden kullanılmaya başlayan drahmanın değeri ve toplam ekonomik hasıla hızla çöküyor. Dövizle borçlanmış olanlar arasında iflaslar hızla yayılıyor. Barclays Capital’in hesaplarına göre, bu süreçte Avro bölgesinden Yunanistan’a irade dışı 150-200 milyar Avro (Avro bölgesi toplam hasılasının yaklaşık yüzde 2.5’i) transfer gerçekleşiyor. Lex’e göre “bununla sınırlı kalsa denetim altında tutulabilir, ancak, İspanya gibi ülkelere bulaşması kaçılmaz bir süreç bu”; “tüm bunlar Avrupa liderlerinin ve Yunanistan seçmeninin üzerine çok büyük bir sorumluluk yüklüyor.”
Halkın yaşamıyla kumar oynayanlar...
Ancak bu sorumluluk konusunda, yüzde 60’ı “kemer sıkma” politikalarına hayır diyen Yunan seçmeni farklı düşünüyor. SYRIZA’nın lideri Tsipras da geçen hafta Almanya Şansölyesi Angela Merkel’i “Avrupa halkının yaşamıyla kumar oynamakla” suçluyordu. Tsipras seçimleri kazanır, yeni hükümeti kurarsa, Yunanistan’a, Almanya - IMF - Avrupa Merkez Bankası eliyle dayatılan “kemer sıkma” politikalarını, bunlara bağlı ödeme planını kabul etmeyeceğini, buna karşılık, Avro bölgesinde kalması, büyümeye öncelik veren politikaları uygulaması için Yunanistan’a gerekli mali desteğin verilmesini isteyeceğini söylüyor.
Tsipras’ın tutumu ilk anda “hem suçlu hem güçlü” deyimini anımsatıyorsa da bakış açısını biraz değiştirince, başka bir sonuca ulaşmak olanaklı. Bakış açısını değiştirmek için de “Grexit” olasılığına, yazının başında aktardığım “İyi de her borçluya, bu borcu vermiş olan bir de alacaklı yok mu” sorusuna dönmek gerekiyor.
Birincisi, Grexit’in Avro bölgesine, uluslararası mali sermayeye getireceği maliyetin çapını kimse öngöremiyor. Kaba hesaplar 1 triyon Avro’ya kadar çıkabiliyor. Grexit’in başka ülkelerde yaratacağı siyasi tepkilerin getireceği yükleriyse mali hesaplara dayanarak öngörmek olanaklı değil (Wall Street Journal 18/05/12). European Council On Foreign Relations’dan Sebastian Dullien’in işaret ettiği gibi, Grexit’in merkez bankalarına getireceği mali yükün yanı sıra, “bulaşıcılık”, 1 triyon Avro gibi bir destekle engellense bile, borçlu ülkelerin borçlanma faizlerindeki yükseliş, şirketleri, hane halkı harcamalarını, büyük baskı altına alacak, resesyonu, işsizliği daha da derinleştirecek. Bu açıdan bakınca, “Yunanistan çıksın, kriz denetim altına alınsın Avro güçlensin” hesapları tam anlamıyla bir kumar. Tsipras’ın uyarısı da başta Almanya olmak üzere bu kumarı oynamaya hazırlananları hedef alıyor.
Bu kumarı oynarken, sonuçlardan Yunan halkını sorumlu tutmak ise büyük haksızlık. Bu haksızlığı görebilmek için, Eurostat’ın derlediği verilere bakmak gerekiyor.
Eurostat verileri, bu gün PIGS olarak aşağılanan borçlu ülkelerin, ödemeler dengesinin Avro’yu benimsedikten sonra hızla bozulduğunu gösteriyor (John Rosenthal, World Affaires, mayıs/haziran). Buna karşılık Avro’nun kullanılmaya başlandığı 2002 yılına kadar Almanya’nın ödemeler dengesi açık verirken, Avro’yla birlikte bu açık kapanarak, hızla fazlaya dönüşmüş. Almanya’nın cari hesap fazlasının yarısı, 2009 yılında diğer üye ülkelerle yaptığı işlemlerden kaynaklanmış. Avro, verimliliği, rekabet gücü düşük ülkelerin elinden döviz kurunu ayarlama olanağını alınca, Almanya bu ülkeleri pazar olarak kullanmaya başlamış. Almanya’nın bugünkü siyasi etkisinin arkasındaki finansal gücün, cari hesap fazlasının en azından yarısını, o sırada bu ülkelere neredeyse Almanya’nın borçlanma oranlarına eşit faizlerle verilen kredilerle yapılan ticaret yaratmış. Kısacası Avro sayesinde, hem Almanya hem de uluslararası mali sermaye, bu ülkelerin ekonomilerinin içini boşaltmış, kendi kasalarını doldurmuş. Bu sürdürülmesi olanaksız süreç çökünce de Almanya şimdi dönüp gerekirse, çoluk çocuk aç kalıp borçlarınızı ödeyin istiyor. Bu emperyalist dinamik, baskı da AB projesinin “çirkin hakikatini” oluşturuyor. Piyasalar, bu projenin devamı, batık alacakların tahsil edilmesi, Avrupa halklarının muhalefetinin bastırılması konusunda Almanya’nın gücüne, “hegemonya projesine” güvenlerini kaybetmeye başladıklarından paniğe kapılıyorlar.
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)