Bir zamanlar porselen üretimiyle ünlenmiş güzel bir ortaçağ şehriydi Dresden. 1945 yılına kadar geçmişten getirdiklerini koruyarak kimliğini devam ettirdi. Ancak 1945'te Almanların teslim olmasından sonra İngiliz ve Amerikan savaş uçaklarının bıraktığı bombalarla Dresden yerle bir oldu.

 

Niye yapıldığı konusu bugün bile tartışılan bu saldırıdan sonra çıkan yangınlarda on binlerce kişi öldü. Şehirde geçmişten kalan eserlerin neredeyse tamamı yok edildi. Savaş sonrası da Demirperde'nin ardında kalan Dresden, Sovyet anlayışına uygun olarak sanayileşmenin ve toplu konutların istilasına uğradı.

 

Bugün Dresden, 2. Dünya Savaşı'nda yerle bir olan, yok olan kimliğini yeniden kazanmaya çalışıyor. Kentin tarihî binaları ve tarihî mekânları, aslına uygun olarak yeniden inşa ediliyor. Yani yepyeni ama tarihî bir şehir kuruluyor. Taptaze mermerler, yeni kesilmiş taşlar ortaçağın binalarını, şehirlerini yeniden ortaya çıkartıyor. Binaya bakıyorsunuz tuğlası ne bir eksik, ne bir fazla. Bire bir aynısını yapıyorlar. Sadece tarihî büyük binaları değil, insanların oturduğu evleri bile eskisiyle aynı hale getiriyorlar.

 

Ne zaman Avrupa şehirlerini görsem, bize bu modernciliğin nereden geldiğini merak ederim. Her şeyi yıkıp yeni ve daha modern şeyler yapmayı, onu yaparken de kentlerimizi berbat etmeyi kimden öğrendik acaba? Bu anlayışı Avrupa'dan almış olamayız çünkü onlar bunun tam tersini yapıyor.

 

Biz şehirlerimizi imarları değiştirilecek, yeni imar alanları oluşturulacak ve bunlardan da yepyeni rantlar elde edilecek yerler olarak görüyoruz. Dere yatakları, ormanlar, yeşil alanlar, tarihî mekânlar velhasıl bir kentteki her yer, bina yapılacak arsalar demek bizim için.

 

Yüksekçe bir yerden baktığınızda tarihî Bursa'nın hemen önüne Çin Seddi'nin inşa edildiğini sanırsınız. Onlarca kat yükseklikteki TOKİ evleri eski şehri, şehrin siluetini bastırmış, önüne adeta bir set örmüştür. Yüzlerce yıldır tarihî değil tarihin ta kendisi olan bir kentin üstü yeni yapılmış birbirinin neredeyse tıpa tıp aynısı evlerle sıvanmış gibi görünüyor. Böyle bir seddi mesela Prag'ın, Budapeşte'nin ya da Siena'nın üzerine yapabilirler mi? Daha doğrusu kim buna cesaret edebilir? Cesaret gösterenlerin o şehri yönetmeye devam etmesine müsaade ederler mi?

 

Peki; bizde niye bunlar oluyor? Bursa gibi Osmanlı'ya başkentlik yapmış yüzlerce yıllık bir şehrin ensesine böylesine toplu konutların yapılmasına kim izin veriyor ve niçin kent ayağa kalkıp onlara izin verenlerden hesap sormuyor? Şehrin bütün kimliğini böylesine iğfal edenler tarihte kendinize nasıl yer bulabilirsiniz, tarihin yargılamasından nerelere kaçabilirsiniz?

 

Bizim şehirlerimizin kimliksiz, kişiliksiz, ruhsuz kalmasındaki en büyük etken, şüphesiz Cumhuriyet'i kuran kadroların, geçmişle ve bütün köklerimizle irtibatı tamamen kesmek gibi temel bir anlayışlarının olmasında yatar. Eskiye ait ne varsa ortadan kaldırmaya ve yepyeni bir ülke kurmaya kalkışan Milli Şeflik dönemi, hem yeni bir anlayış geliştiremedi hem de geçmişte olan ne varsa her şeyi ya yıktı ya da yıkılmaya terk etti. Peki ya bugün! Peki ya geçmişini, ecdadını sevdiğini, onun izinden gittiğini söyleyenlerin anlayışları neden onlardan farklı değil?

 

Samsun'daki olay aklımızı başımıza getirmeyecek mi?

(Zaman gazetesinden alınmıştır)