Başbakan ile Ak Parti’nin yetkilileri, Hakkari’de devam etmekte olan çarpışmaları, “dış güce” bağlamış ve PKK’yı “Suriye Baası’nın maşası” ilan ederek, Hakkari’deki gelişmelere ilişkin olarak parmaklarıyla Şam’ı işaret etmişlerdi.
“Fantastik” bir değerlendirmeydi. Paçasını toplayamayan, Şam’ı korumakta zorlanan Suriye Baas rejimi, tam Halep düşecek iken, Türkiye’nin “Halep’e yönelik güçlerini dağıtmak amacıyla” Hakkari’de PKK aracılığıyla bir saldırı başlatmıştı.
Bu “tez”i dillendirenler hangi istihbarat raporlarından yararlanıyorlar bilmiyorum ama ne siyaset okumayı, ne de haritaya bakmayı bilmedikleri anlaşılıyor. Ya da belki bile bile “dezenformasyon” yapıyorlar. İran diyemedikleri ya da demek istemedikleri için Suriye diyorlar. Öyle mi, değil mi bilmiyorum.
Bununla birlikte, Hakkari’deki gelişmelerle İran arasında pekala irtibat kurulabileceğini görebiliyorum.
Nasıl ve neden mi?
Birkaç hususu dikkate getirelim:
1. Geçen yıl bu zamanlarda Kandil’de İran-PJAK çatışmaları yoğunlaşmıştı. Kandil dağının batı yarısı, Irak (Kürdistan), doğu yarısı ise İran (Kürdistan) topraklarında. Kandil’de “PKK’nın İran kolu” olduğunu bilmeyen hiç kimsenin bulunmadığı PJAK ile İran kuvvetleri arasında çatışmalar devam ederken, Murat Karayılan’ın yakalandığı ve İran’da tutuklandığı haberleri Türkiye’nin yarı-resmi ve resmi haber kanalları tarafından duyuruldu.
2. Bir süre sonra, Karayılan ortaya çıktı. Ama, İran-PJAK çatışmaları bıçak gibi kesildi. O gün bugündür, yaklaşık bir yıldır PJAK’ın adını duyan da yok, ne yaptığını bilen de. Ortada bir “İran-PKK uzlaşması”na ulaşılmış olabileceği spekülasyonunu besleyen pek çok neden var. Bir “İran-PKK uzlaşması”nın “Türkiye zemini üzerinde” olmaması ise mümkün değildir.
3. Eğer ortada “Oslo süreci”nin ifade ettiği türden bir “Türkiye-PKK uzlaşması” yoksa, bir başka deyimle PKK, “Türkiye’nin siyaset bünyesi içine çekilmiyor” ise, karşılıklı savaş baltaları bilenmekteyse, PKK’nın, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası hasımlarıyla yakın ilişkiye girmesini bekleyebilirsiniz. Bölgede ise başta İran ve Suriye ile. Geçmişte olduğu gibi. Ama hataya düşülmesin; PKK’nın İran ve Suriye ile ilişkileri “stratejik” değil “konjonktürel”dir.
4. Son bir haftada, İran-Suriye-Türkiye üçgeninde “dramatik” gelişmeler gerçekleşti. Suriye rejiminin özellikle Halep’ten gelen çatırdama sesleri ve Başbakan’ın Ürdün’e kaçtığı bir sırada İran’ın “dini lideri” ya da “Rehber” Hameney, Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Celili’yi Şam’a, Başşar’a gönderdi ve İran, Suriye rejimini ayakta tutmak için gerekeni yapacağı ve her türlü desteği göstereceğini ilan etti. İran, “Suriye parametresi”ni değiştirdi ve bir bakıma Suriye’deki duruma doğrudan “taraf” olduğunu bildirmiş oldu.
5. Celili, Şam’dayken, İran Genelkurmay Başkanı Firuzabadi, “Suriye’den sonra terörün Türkiye’ye sıçrayağı” yönünde tehdit-uyarı karışımı bir açıklama yaptı. Türk Dışişleri buna sert bir karşılık verdi. O arada, İran Dışişleri Bakanı Salihi, Ankara’da Ahmet Davutoğlu ile görüşmelerde bulunuyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan, “İran kendini hesaba çeksin” gibisinden iç politikada kullandığı uslubu dış politikaya geçirerek İran’a da “ayar verme”ye çalıştı.
Bu hususları bir yana kaydederek, Hakkari’deki çatışmaların 23 Temmuz’da başladığını hatırlayalım. O gün bugündür, sanki PKK’nın Kandil’deki karargahında askeri planlama toplantılarına katılmışlar ve neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorlarmış gibi, televizyonlar ve gazete köşelerinde gelişmelerin “askeri ve siyasi amaçları”nı yorumlayanlar türedi.
Kimisi, PKK’nın “intihar ettiği”nden söz ediyor, kimisi “alan hakimiyeti kazanmak istediği” ve böylece “özerk bölge oluşturmaya çalıştığı”ndan. Bunları bir yana bırakalım da, şu “olgu”yu saptayalım:
Türk Silahlı Kuvvetleri, savaş uçakları, tankları, topları, Heron’ları, ABD’den sağlanan istihbarat bilgileri ile nasıl oluyor da, Şemdinli-Yüksekova-Hakkari-Çukurca dörtgeninde, birçok köy ve mezra boşaltılmış iken, “alan denetimi”ni ta 23 Temmuz’dan bu yana, yaklaşık üç haftadır sağlayamıyor.
Unutmadan: Haritaya bir göz atarsanız, üç haftadır Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tümüyle “alan denetimi” sağlayamadığı bölgenin Suriye’ye çok uzak, İran’a ise bitişik olduğunu görürsünüz.
Yine unutmadan: Şam rejimi, İran’dan aldığı kesin ve güçlü destek üzerine Halep’e öyle bir yüklenmeye başladı ki, Hür Suriye Ordusu, tüm unsurlarını dün Halep’ten çekti. Bu yazının yayımlandığı sıralarda, belki de Başşar Esad’ın askerleri ile Şebbiha adlı it-kopuk sürüleri Halep sokaklarında dolanmaya başlamış olacaklar.
Ortadoğu’da, özellikle Suriye’de gelgitli gelişmeler yaşanırken, Suriye’ye karşı kesin tavır almış olan ve yanıbaşında İran’ın bulunduğu bir Türkiye hükümeti, en azından ülke içini sağlama almaya bakar. Bunun için, İngilizce’de “consensus-building” denilen, bir “geniş mutabakat sağlama” politikasını esas alır.
Ak Parti iktidarının temel sorunu, bunun tam tersini yapmasında. Ana muhalefet partisini “Suriye Baası’nın müttefiki” olarak damgalıyor; BDP ile diyaloga en fazla ihtiyaç duyabileceği bir zaman diliminde onu “terörün siyasi uzantısı” damgasıyla dışlıyor. Kendisine yıllar boyu hak etmediği ölçüde “avans” vermiş köşe yazarlarını, Ali Bayramoğlu’nun tanımıyla bir “marangoz hatası” olan İçişleri Bakanı’nın ağzından “Şemdinli’de atılan PKK roketleri” kadar tehlikeli ve zarar verici görerek, görülmemiş bir “nefret söylemi”nin hedefi haline getiriyor. Belki de faşizan bir “cadı avı”nın startını veriyor.
Ak Parti iktidarı; şu dönemde yapmaması gereken, yapılmaması gereken ne varsa, yapıyor. Bütün bunlar Başbakan’ın 2014’e dönük siyasi hesapları için ise;
1. Bu terazi bu sikleti çekmez. Yani, Tayyip Erdoğan, MHP ile “zımni koalisyon” halinde 2014’e güvenli biçimde ulaşamaz.
2. Kürt sorununun çözüm rotasından bu kadar uzaklaşırsa, Kürt sorunu onu, 2014 hesaplarını berbat edeceği halde çözer.
3. İran’ın “oyun planı”nı iyi hesaplayamaz ve onu bozamazsa, Suriye’de Halep, zalim rejimin eline; Türkiye’nin Suriye politikası da açığa düşer.
Peki toparlanma şansı var mı?
Azalsa da var.
Çünkü, Tayyip Erdoğan’la herşey, her türlü dönüş mümkündür…
(Radikal gazetesinden alınmıştır)