Darbeleri Araştırma Komisyonu üyelerinin Süleyman Demirel ile yaptıkları görüşmeye ilişkin yazılanları takip ettim, komisyon üyeleriyle görüşerek, notlarından yararlandım.

Ve ortaya şu diyalog çıktı:

-12 Eylül ve 28 Şubat yargılanıyor, nasıl karşılıyorsunuz?

-İyidir. Ama kantarın topuzu kaçırılmamalı.

-28 Şubat darbesi için ne diyeceksiniz?

-28 Şubat darbe değildir.

-Kendileri post modern darbe diyor.

-Darbe değil. Her şey kendi mecrasında yürüdü. İşte Erbakan'ın 28 Şubat kararları uygulanacaktır diye yayınladığı genelge.

-28 Şubat'ta Erbakan'a istifayı telkin ettiniz.

-Erbakan, ülkede gerilim var dedi, istifa etti.

-MİT, 1971'de muhtırayı size haber verdi mi?

-Vermedi.

-Siz 80'den önce Başbakan olduğunuzda MİT yasasında niye düzenleme yapmadınız?

-Geçiştirdi

-Askerden niye hesap sormadınız?

-Benim başka bir askerim yoktu. Topum, tüfeğim yok. Ben gerginliği azaltmaya çalıştım.

-Darbelerin dış ayağı var mı?

-Dış ayağı olduğuna inanmıyorum. Medyadan, iş dünyasından çok fazla darbe severimiz vardı. Alman devlet adamı Friedrich'in bir sözü vardır. "Ordunun devleti olmaz, devletin ordusu olur." Temsili demokraside düzenlemeler yapmak lazım. Devletin silahlı gücü, devletin emrinde olmalı. Asker TBMM'den, hükümetten emir almalı. Türkiye topraklarının korunması silahlı kuvvetlere aittir ama rejim koruması, askere ait değildir, millete aittir. İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini değiştirmemiz lazım.

-11 Eylül'de akan kan 13 Eylül'de nasıl durdu?

-11 Eylül günü bakanlar kurulunu topladım. 12 Eylül'de baraj açılışına gidecektik. 13 Eylül'de Hamzakoy'a gittik.

-60'dan sonra darbecilerden neden hesap sormadınız?

-Başbakan olduğumda karşımda Menderes'in idam sehpasındaki fotoğrafı duruyordu. O zaman parlamento bu kadar güçlü değildi. Cumhurbaşkanlığı ve yargı farklı yönde hareket ediyordu. Bugünkü çamaşır dünkü güneşte yıkanmaz.

-Ama istediğiniz zaman darbecileri emekliye sevk etmişsiniz. Faruk Gürler olayı ve Namık Kemal Ersun örneği var.

-Faruk Gürler iyi bir askerdi. Ama Cumhurbaşkanı olma hırsı vardı. Biz onu etkisiz hale getirdik.

Meslek hayatına Demirel'in yasaklı olarak Güniz Sokak'ta dört duvar arasında tutulduğu günlerde başlayıp, yasaklara karşı mücadelesini izlemiş, desteklemiş birisiyim.

Darbecilere karşı mücadelesinde, darbelerle hesaplaşmasında, "sabah kapının çalındığında gelenin sütçü olduğuna inandığın rejimin adıdır, demokrasi" dediği günlerde, "Ekmek mi hürriyet mi? Hem ekmek hem hürriyet olsun. Hürriyetin olmadığı yerde ekmek olmaz" sözlerinin altına imzamızı bastığımız dönemlerden, 28 Şubat'ın mimarı olduğu dönemlere kadar 80 sonrasındaki, "Her yüzüyle Demirel'i" izlemeye çalıştım.

27 Mayıs'ta Menderes'in, "Su İşleri müdürü" sıfatıyla dönemin, "bürokrat olarak tanığı"ydı. 12 Mart muhtırasının muhatabı, 12 Eylül'ün devrik Başbakanıydı. Türkiye'nin darbelerle sarsıldığı son 60 yılın her aşamasında vardı Demirel. Genel müdür, Başbakan ve son olarak da Cumhurbaşkanı olarak. 71 ve 80'de iki darbenin doğrudan muhatabı, 28 Şubat'ın mimarları arasındaydı. O nedenle Türkiye'nin girdiği darbelerle yüzleşme sürecinde, birikimi, hafızası, tecrübesi ve mücadelesi ile önemli katkılar yapacağına inandığım birisiydi. O her ne kadar "Ben, 12 Eylül'le hesabı gördüm" dese de ülkemizin hesaplaşmasına bir mum yakacağına olan inancımı korumak istiyordum.

Bu nedenle üst üste çağrılar yaptım.

Demokrasinin simgesi olarak çıkardığımız Çankaya'dan darbenin mimarı olarak inmesinin verdiği hayal kırıklığını da bir kenara bırakıp ömrünün son deminde demokrasiye bir hizmetinin olacağına inandım. Ve bir kez daha yanıldım, aslında bir kez daha yanılmadım.

Demirel işte bu.

"28 Şubat'a darbe" demez. Hadi onu anladık. Bir de darbeden hesap soranlara, "Birileri de gelir bugünden hesap sorar" diye aba altından sopa göstermez mi? İşte isyanım ona.

Sayın Demirel, Demokratlara af konusu gündeme geldiğinde de Milli Birlikçiler sizi böyle tehdit etmişti. Bari darbecilerin dilini ve yöntemlerini kullanmayın.

Demirel'in notlarından, bizzat kaleme aldığı ve aldırdığı hatıralardan hareket ederek, neler anlatması gerektiğini de yazacağım ama komisyonla görüşmesine ilişkin bir şey yazmazsam; karnım şişerdi.

Tek kelime ile, "Demirel'den masallar"

Hani bir Adile teyzemiz vardı. Siyah-beyaz TV döneminde, "Kuzucuklarım" diye masallar anlatırdı, Adiloş teyze...

Adiloş Baba da öyle yapmış.

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)