Yaklaşan MHP kurultayıyla ilgili tarafların çalışmaları devam ediyor... İl kurultaylarında 4 Kasım’ı garantileyecek sonucu alamayan Genel Merkez, ‘klasik’ yöntemlere başvurarak, olumsuz havayı dağıtmaya çalışıyor... İşte bu amaçla, il başkanlıklarına ‘Devlet Bahçeli’yle devam’ açıklamaları yaptırılıyor...
Bu yöntemin etkisi tartışmaya açık aslında... Çünkü test edilmiş, aksi onaylanmıştır!.. Geçmişte de bu yöntemlere başvurulmuş, il başkanlarının ezici çoğunluğundan imzalar ve deklarasyonlar alınmış, fakat sonuçta, zorlamayla alınan iradelerin sandıkta hiç bir şey ifade etmediği ortaya çıkmıştır... Delegeler açısından da trajikomik çelişkiler yaşanmıştır... O anda genel başkanlık makamında oturan kişiyi teklif eden toplam delege imzasıyla, sandıktan çıkan oy arasındaki fark bile, bu yöntemin, insanları ‘politik’ davranmaya itmekten başka hiç bir sonuç doğurmadığını göstermiştir...
Dolayısıyla, kurultay öncesi bazı il başkanlarının ‘statükonun devamı’na dair destek açıklamaları, sonuca etki etmekten ziyade, anlamını çoktan yitirmiş ‘klasik ritüel’i tamamlama çerçevesinde değerlendirilebilir... Zaten bu faaliyetin ‘rutin’i yerine getirmekten ibaret olduğu destek metinlerinden de rahatlıkla anlaşılabilir... Son derece özensiz cümlelerle hazırlanmış, ‘baştan savma’ amaçlı, biri birilerinin kopyası niteliğindeki ‘matbu’ metinler bunlar... Yazanın ve okuyanın bile inanmakta zorlandığı, içinde hareketin geleceğine dönük inanç ve heyecanın bulunmadığı bu açıklamaların herhangi bir etki doğurması imkânsız gibi bir şey...
İnsanları olduklarından farklı davranmaya iten ve etkisinin olmadığı ancak kurultaylarda belgelenen beyhûde gayretler yerine, ülkenin içinde bulunduğu olumsuz şartlarla ilgili çözüm odaklı siyaset üretip, kısır döngüden kurtulma yönünde enerji harcamak herhalde daha hayırlı olacaktır... Ama bu kimin umurundadır, daha doğrusu kimin önceliğindedir ve kime anlatılacaktır?
Sonucu etkilemeye yönelik ‘klasik’bir yöntem daha var... Her kurultay öncesi revaçtadır ve vizyona sürülür: “Ülke bu hâldeyken, bu kritik süreçte yönetim değiştirilir mi?”... Yani onlarca yıldır duymaya alıştığımız “milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz günler” gibi bir şey!.. Bunun açıklaması şu: Zor günler geçiren ülkemizin daha büyük felakete sürüklenmemesi için, mevcut parti yönetimini ‘kurultay dokunulmazlığı’yla kutsayıp, ona ‘millî sigorta’ muamelesi yapacaksınız!.. Böylece bir türlü bitmeyen bu günlerin hatırına, aynı yönetimin değirmenine su taşımaya devam edip, parti içi iktidarlarını her dönem ‘ucuz’a getirmelerine yardımcı olacaksınız!..
Bugün kadar gösterilen performanstan ve bunu takdir edecek delege iradesinden ziyade, ‘ülkenin içinde bulunduğu şartlar’dan partiyi yönetmeye devam mazbatası çıkarmaya çalışmak düşündürücü bir durum... Halbuki o şartlar partide ‘değişim ihtiyacı’nı öne çıkarıyor...
Eğer, içerik olarak doğru mesajlarınız hedef kitlelerin ruhlarında karşılık bulmuyorsa, hatta kendi partililerinizde bile heyecan uyandırmıyorsa, bu durumda değişim arzusu hayatî bir anlam kazanmıyor mu?
İnandırıcılığın bu kadar zedelendiği ve bu tahrip sonucu partinin ‘akmaz-kokmaz’ bir oy seviyesine çakılı kaldığı bir ortamda, bizzat AKP tarafından ‘restorasyon dönemi’ olarak adlandırılan bir süreçte -ki biz bu restorasyonun ne anlama geldiğini biliyoruz- doğrusu hangisidir; bu bir türlü terk edilemeyen durağanlık mı, yoksa bu durağanlığı söküp atma iddiasındaki değişim mi?
Ülkücüler için ‘ülke içi iktidarı yakalamak’, ‘parti içi iktidarı tutmak’tan çok daha önemlidir... Ama uygulamada kimileri için parti yönetimini tekelde tutmak çok daha öncelikli hedef gibi duruyor... Oysa siz kendinizi adeta bu hedefle sınırlayıp, onunla yetinirken, ülke büyük bir dönüşüme zorlanıyor... Ülkede milliyetçiliğe enerji pompalayacak gerekçeler her geçen gün artarken, sizin yerinizde sayıyor olmanız, değişim ihtiyacını pekiştirmiyor mu?
Ülkede yoğunlaşan milliyetçi hissiyatı kuşatamamış olmak elbette ağır bir kusur... Sizin ‘yıkım taşeronu’ diye suçladıklarınız, kendisini ‘milliyetçi’ olarak tanımlayan ortalama seçmenin bile birinci tercihi olarak görülüyorsa, ortada büyük bir güven bunalımı var demektir...
Ortalama seçmendeki bu güvensizlik “Tam da bu zamanda, ülke bu şartlardayken yönetim değişir mi?” propagandasını anlamsızlaştırmaya yetiyor... Eğer ülkenin şartlarıyla MHP’de ‘değişim’ ve ‘statükonun devamı’ tercihleri arasında bir ilişki kurulacaksa, bu şüphesiz ‘değişim’in lehine olacaktır... İyice bunalan ve dar alana sıkışan Türkiye siyasetinin ‘etkisiz elemanı’ görüntüsü artık tahammülleri zorluyor... Çünkü siz etkisiz kaldıkça, Türkiye değişiyor, dönüşüyor, telafisi her geçen gün zorlaşan kayıplar yaşıyor... Bunu da görmek istemeyenler dışında, partili partisiz herkes görüyor...
Değişim ihtiyacını bastırma duygusuyla kasıtlı sorulan “Bu zamanda olur mu?” sorusunun artık tek bir cevabı vardır; o da “Evet, tam da bu zamanda”dır...
(YeniÇağ gazetesinden alınmıştır)