Özellikle bölgede yaşayan insanlar olarak geçmişten günümüze kadar sahip olduğumuz örf, adet, gelenek ve görenekleri din haline getirdiğimiz, Kur’an’ı kerimde asla yer almamasına rağmen ayet olarak bellediğimiz, İslamın kaidesi olarak algıladığımız ve bu algılarımızın bizi yönetmesinden dolayı kendi kendimize hep fetva verdik ve vermeye devam ediyoruz.


Bu feci duruma ilmiyle amel etmeyen ve peygamberlerin varisi olmayı asla hakketmeyen imamlar ve sahte Şeyhlerin de iştirak etmesiyle ne acı ki her türlü cehalet, kötü niyetli insanlar tarafından çok rahatlıkla kullanılabiliyor ve eğitim düzeyi düşük insanlarımızın doğru yoldan sapmalarına neden olabiliyor. Gerek medrese hayatımda ve gerekse sonraki hayatımda da şahit olduğum yüzlerce olay vardır.


Evrenin güzel kızı olan annem “Eşekleri ve atları yan yana bağladığın zaman birbirlerinin oksuruğuna alışırlar.”derdi. Dolaysıyla İslam’da asla yeri olmayan geleneklerin egemen olduğu bir toplumda yaşayan İmamlar ve sahte şeyhler de bu geleneklerin ve göreneklerin gölgesinde yaşamayı içselleştirebiliyorlar.


İşte bu içselleştirme de bir halkın felaketi oluyor.


Daha önce defaatle dile getirdiğim gibi 1984’e kadar Ağalar, Şeyhler ve cunta rejimi halkın bu mazlum ve saf halini çok acımasızca kullandıkları gibi sonrasında da bu halkı en acımasız bir biçimde PKK, uzantısı siyasi partiler ve bugün KCK kullanıyor.


Esrar satan ve içen İmama niye böyle yapıyorsun diye sorsan “kalbim ve ruhum temiz olduktan sonra Allah affeder”, der. Sahte Şeyhe, niye bir köyünü pavyonlarda, boyalı rujlu hatunlar uğruna sattın diye sorsan “kalbim ve ruhum temiz olduktan sonra Allah affeder” der.


Kendi sağlık koşulları, saltanatları, tatlı iktidarları ve güçleri uğruna kan döken, halkın çocuklarının bedenlerini kendi malı gibi sanan ve onları kurşunlara hedef tahtası yapan Öcalan’a, Karayılan’a ve Bayık’da sorsanız eminim onlarda “kalbim ve ruhum temiz olduktan sonra Allah affeder.”derler.


Peki Allah affeder mi?


Kuşkusuz Allah’ın mağfireti, merhameti, adaleti ve hakkaniyeti bütün kainata ve evrene sığmayacak kadar büyük ve sonsuzdur ancak Allah’ın gazabı da bir o kadar kahhar, bir o kadar elim ve bir o kadar da Şedidül ikaptır.


Hani her gün yatsı namazından sonra bir bardak rakı içen imamın hanımı her gün imama “yahu kocacığım sen hocasın ve alimsin. Nasıl oluyor da rakı içebiliyorsun? Bırak bu zıkkımı, yazıktır, günahtır.”der. İmam da her defasında “ula kari Allah Ğafurur Rahimdir.”der.


Bir gün imamın karısı bir başka imama durumu anlatır ve nasıl bir cevap vermesi gerektiğini öğrenmeye çalışır. İmam, İmamın karısına der ki “eğer kocan rakı içtikten sonra bir daha Allah Ğafurur Rahimdir derse, sende de ki; evet Allah şüphesiz ki Ğafurur Rahimdir ama bir o kadar da Şedidül İkaptır (azabı korkunçtur) de. Bakalım ne diyecek…”der.


Sonraki akşam imam efendi yine karısından bir bardak rakı ister. Karısı yine söylenir ve yine imam aynı cevabı verir. Karısı “evet kocacığım Allah her ne kadar Ğafurur Rahim ise bir o kadar da Şedidül İkaptır (azabı korkunçtur).”der. İmam bunu duyduktan sonra imamın elinden rakı bardağı pat diye yere düşer ve imam artık o rakıyı bırakır.


Yani kalbim ve ruhum temizdir demekle ne kalp temiz olabiliyor ve ne de ruh. Cenab-i Allah kendi ruhundan ve nurundan yarattığı hiçbir kulunu başıboş bırakmıyor. Yeryüzü ve gökyüzünde olan Allah’ın orduları yani melekleri, Allah’ın yarattığı 18 bin çeşit canlıyı kontrol ediyor ve bu kontrol mahşere kadar da devam edecektir. Buna hiç şüpheniz olmasın.


Cana kıyanlar, can acıtanlar, işkence edenler, zulüm ve haksızlık yapanlar mutlaka ama mutlaka yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Şuan Şantiye olan ama asıl inşaatı öbür alem de tecelli edecek olan bedenimizdeki ruhumuzun da hiçbir zaman ölmeyeceğini de bilmeliyiz.


Hani J Rossu “madem varoldum ebedi olmaya mahkum oldum” der ya, evet varolan her canlı ebediyete mahkumdur.


Ruhumuz bedenimizden ayrıldıktan sonra bedenimiz çürüyene kadar bedenimizle ilişkisi devam ediyor. Öldüğümüz anda bile ruhumuz cesedimizi seyrediyor. Ruh dünya da yaşadığı bütün anıları da teker teker hatırlıyor. Ancak zaman geçtikçe tıpkı geçmişimizde yaşadığımız olayları giderek unutmaya başladığımız gibi ruhumuzda önemli anıları hariç yavaş yavaş anılarını unutmaya başlıyor.


Sadece şehitler öldüklerini bilmezler. Kıyamete kadar da bilmeyecekler. Cenab-i Allah şehitlik makamına verdiği değerden dolayı onlara bu acıyı yaşatmaz.


Kuşkusuz kimin şehit olup olmadığını da ancak Allah bilir. Öyle kendi kendimize “şehittir” dediklerimizde şehit olmuyor. Allah yolunda savaşanlar ancak şehit olabiliyor ve kimin şehit olabileceğine de yine ancak Allah karar verir.


Aynı dine inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Allah’a tapan ve birbirlerini öldüren kardeşlerin hiçbirisi de şehit olmaz. Dolaysıyla kim olursa olsun kendi iktidarları ve çıkarları uğruna saçma sapan ideolojileri halklara dayatıp, onları “şehitlik” makamı gibi yüce ve ala olan makamla teselli etmeye ve onları aldatmaya çalışanlarda mahşer gününde bunun hesabını da vereceklerdir.


Başta Diyarbakır ve bölgede bizim hakiki, ahlaklı ve namuslu ilim adamlarına ihtiyacımız vardır. Çünkü ilim meclisleri cennet bahçeleridir. Cennet bahçesindeki meyvelerde ilim adamlarıdır. Biz ancak yeryüzünü ve gökyüzünü ilimle dolduran ve alemlere bayrak olan Kur’an’ı Kerim’i gerçekten anlayıp içselleştirmekle barışa, kardeşliğe, huzura ve birliğe kavuşabiliriz.


Nasıl ki ruh yanarak temizleniyorsa ve yanmak için odununu bu dünyadan alıp götürüyorsa bizimde artık yanmamamız için uyanmamız ve öbür dünyaya odunları değil bizi kurtaracak hayır ve hasenatları götürmemiz lazımdır.


Gözlerimizin, parmaklarımızın, yanaklarımızın, ayaklarımızın ve bütün uzuvlarımızın aleyhimizde tanıklık edeceği ve sıfır zamanın olduğu mahşerde inanın bizi Marksist, Leninist, Sosyalist veya Ateist bir ideoloji asla ve asla kurtaramayacaktır.