Nice on yıldır nesillerin ebedi hayatlarını karatan ve karartmaya da devam eden nifak, merkezi, yani sivri ucu nerede duracağı belli olmayan bir pergel gibidir.
Bir yandan, gayrimüslim unsurları, hem de Türkçe konuşanlarını mübadele ile ülkeden sürer. Yunanistan’dan da dilleri Türkçe olsun olmasın bütün Müslüman unsurları göçle alır. Burada dindara göz kırpar, onun memnun kalacağı bir düzen kuracağı havasını verir.
“Yerli” dediği Türklüğe apayrı anlamlar yükleyerek onu İslâm’a karşı kullanmaya çalışır. Ezcümle, eserlerini Türkçe yazmayan Mevlana, sırf bu topraklarda bir süre oturduğu ve hizmet ettiği için Türk’tür. Beri tarafta duru bir Türkçeyle şiir yazan Yunus Emre’nin ne demek istediğini anlama çabası içinde olanlar İslâm’a referans yaparlarsa gerici damgası yiyebilirler.
Güya yerli bir ideoloji ile ortaya çıkan bu zihniyet, mezar taşlarına varıncaya kadar maziyi, halkın geçmişini silmek ister; bu cümleden olarak, halk türkülerinden İslâm’a ait unsurları çıkarmıştır.
İslâm klasiklerinden ‘biz ne büyük bir milletmişiz!’ övünmesine malzeme olabilecek olanları yeni dile aktarmakta bir sakınca görmez.
Öte yandan, bu milletin inancıyla, tarz-ı telakkisi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, ilkçağın efsanelerini anlatan kitapları batı dillerinden, komisyonlar kurup, fakir milletin parasından milyonlar ödeterek dilimize çevirtir.
Aynı ikiyüzlülük, bugün de başka başka şekil ve tarzlarda sürüp gidiyor. Birileri işine geldiğinde “evrensel değerler”den söz ediyor. “Yerli” olana dudak büküyor. Ama aynı evrensel değerler, hevasını tatmin edecek bazı haltları karıştırmaya elvermediğinde ise “ulusal kimlik”e atıfta bulunuyor.
Bir örnekle yetineceğim: “yerel” veya “ulusal” sloganları atıp duranlar, milletin diline bin yıldır yerleşmiş “ahlâk”ı çağdışı buluyorlar, onun yerine “etik”i koymaya çalışıyorlar.
Etik eski Yunancadan gelen bir kelime ve kaynağı ethos. O da bir topluluk, bir ulus veya ideolojiyi karakterize eden, kılavuz inanç ve idealleri anlatmak için kullanılıyor.
Aynı kelimenin atların yaşama alanı, yerleşik âdet ve alışkanlıklar anlamları da var.
O zaman etik de bir yönüyle yerleşik âdet ve alışkanlıklara uygun olarak davranma anlamına gelecektir. (Hani Türk genci yerleşik, köhne âdet ve gelenekleri terk edecek, devrimci olacaktı!)
‘Kàmûs namustur’ diye boşuna dememişler. Gelelim, bizim o güzel terimimize: “ahlâk”. Ahlâk, Arapça “hulk” kelimesinin çoğuludur, huy, tabiat, mizaç, seciye gibi manalara gelir. İnsanın fıtratıyla, yaratılışıyla yakın alâkası var. Zira “halk” hem yaratılış, hem de bütün yaratılanlar manalarına geliyor. O zaman “huluk” da yaratılışta güzel kılınan tabiat, mizaç ve seciye anlamlarına gelecektir.
Kutlu Nebinin (sav) ‘Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.’ (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) sözü bununla ilgili.
Yani, yerleri ve gökleri Hak üzere yaratan ve onun ezeli tercümesi olan Kur’ân’ı bunun şahidi kılan Allah, her doğan çocuğu güzel seciyeler sahibi olmayı, yani ahlâklı olmayı başarabilecek, ruhundaki istidatları kuvveden fiile çıkarabilecek bir nitelikte yaratmıştır.
Bu istidatların kuvveden fiile çıkması, yaşanır, gözle görülür hâle gelmesi “İslâm güzel ahlâktan ibarettir” hadis-i şerifi gereği iman ve İslâm ile mümkündür.
Yani, iman hayatın hayatı olduğu zaman güzel ahlâk yaşanır; İslâm hayat dini olduğu takdirde topluluklarda Hâlıkın murat ettiği güzel ahlak yerleşir.
Ama “evrensel değerler” ne olacak, denileceğini duyar gibiyim. ‘Hiçbir topluluk yoktur ki bir uyarıcı gönderilmemiş olsun’ fermanı gereği, bizim bugün filozof sözü diye kabul ettiğimiz nice gerçek ya bir nebi sözüdür, ya da onun dilden dile geçerken başka libaslar giymiş farklı birer versiyonudur.
Sözün kısası, Hâlik bütün yarattıklarının (halkının) kendi yarattığı fıtrat üzere, yani güzel hulk, ahlâk üzerine olmasını murat etmektedir. Bu da iman ve İslâm’ın yaşanması ile gerçekleşir. Var mı bundan daha evrensel değer?
olayısı ile Zeus’ten etik dilenmenin, “Değerler Eğitimi” adı altında, İslâm’ın adamakıllı anlatılacağı Din Dersinden ayrı bir ders ihdas etmenin, o felsefeci bunu dedi, öbürü reddetti dedikodularının, “etik konusunda betikler döşenme” gayretkeşliğinin hiçbir gereği yoktur.