Türkçe telaffuzuyla “şaad in” diye bağırarak uyandım. Ne olduğunu bilmediğim bir kelimeydi. Hemen telefonu elime alıp internette kelimeyi arattım. İngilizce gibi söylememe rağmen Arapça iki farklı manada öneri çıktı karşıma; biri “Sad sûresi” ki böyle bir sûrenin olduğunu bile bilmiyordum diğeri ise Arapça’da erkek adı olarak bilinen “Saadin” adı ve anlamı ise ‘the fairness an justice of religion’ yani bizim bildiğimiz ‘dini-ilahi adalet’ idi. Tüm bunlar, dindar olmayan ve sevgi dolu ben için ne demekti ki? Bilmiyordum! Bugünkü vazifemin hassas bir konu olacağını sezmiştim. Demek ki koşulsuzca davanın hakkını vermeliydim!..
Kalktım! Yüzümü yıkadım. Mutfağa geçip üç dakikalık yumurtayı kaynamaya bıraktım. Hemen çantamı kontrol edip, dosyalarla birlikte çantayı çıkış kapısının yanına koydum. Akşamdan kıyafetlerim hazırdı. Hemen iki dilim çavdar ekmeği attım tost makinasına. Yumurtalar olmuştu. Kahvemi de aldım ve kahvaltı masasına geçtim. Radyodan Mozart’ın 13. Senfoni’sini dinlerken İnternetten haberlere baktım. Bir iki gazete okudum. O sırada da kendimce yine yeni bir şiir karaladım:
Güneş doğmuşsa batıdan
Kimdir bu kılıfa kaptan?
Gönül der göğe kalk, şahlan
Ekmek ister can, aç olsan
7:54 2 Aralık 2020
İngiltere
Sonra duşumu alıp saçlarımı da at kuyruğu yaptım. Yüzüme sadece nemlendirici sürüp, gözlerime sürme çektim. Ceketimi de giydim, kapının yanında duran çantamı ve dosyaları da alıp evden çıktım. Otobüs hemen geldi. İlk davam saat dokuzda idi; davadan kırk beş dakika önce Şeyma Hanım ile görüşmemiz gerekiyordu. Ahmet Bey’in iki de şahidi olacaktı. Tabi gerek duyulursa görüleceklerdi, ki boşanma davalarında nadirdir böyle şeyler... Yirmi dakikadan sonra binaya girdim.
Şeyma Hanım’ı da görünce, dava başlamadan, ön hazırlık için özel odaya geçip konuştum. Odadan çıkarken Şeyma Hanım, “İşte bu, Ahmet!” diye, karşıda meslektaşımın yanında duran uzun boylu, zayıf, esmer tenli, mavi gözlü, lacivert takım elbiseli beyi, kaş göz işareti ile bana gösterdi. Bir an göz göze geldim o beyle, yanında da iki kadın ve bir erkek vardı. Onlar da gayet resmî giyinmişlerdi; şıklıkları Ahmet Bey’den aşağı kalır değildi.
Sonra, şahitler dışında hepimiz mahkeme odasına alındık. Dava başlamıştı. Hâkim bayandı. Konuşmalarımı yapmış, sorularımı sormuş hâkimi bekliyordum. Hâkim, davalının “Eşimin üzerine kimseye bakmadım” diye ısrarına yeterince inanmamıştı ki şahitlerden sadece birini, yani E.P.’yi, dinlemek istedi. Soruları kendi sordu. Bu kadın evliliğe gerçekten mi gölge düşürmüştü? Şeyma Hanım’ın dediği yani benim savunduğum gibi miydi gerçekten? Yoksa....
Kadın, 160cm civarında, kumral, sarı saçlı, deri kemik kalmış, sade ve şık bir giyimli sakin bir hanım edasıyla içeri girdi. Yemin etti, hem de sağ elini dini kitabın üstüne koyarak. Hâkim “Soruları ben soracağım, ta ki sizlere müsaade verene kadar.” dedi, ve sorular geldi.
-Bayan E.P, sizin Ahmet Bey ile arkadaşlığınız nedir? Nasıl bir arkadaşlıktır bu, anlatır mısınız kısaca?
-Sayın Hâkim, ben Ahmet Bey’le eşim sayesinde tanıştım. Uluslar arası avukatım. Eşim ile Ahmet Bey’in yıllar öncesine dayalı arkadaşlıkları var. İlkolkuldan tanıyorlar birbirlerini, bu ülkede de karşılaşınca birbirlerine desteği hiç kesmediler. Birbirlerine kardeş gibi sahip çıktılar. Lakin Ahmet Bey iş hayatını ve özel hayatını hiç karıştırmaz. Eşim iş yerinde kaza geçirdi; felç oldu. Ahmet Bey’in bazen yurt dışı seyahatleri de olurdu. Hem avukata hem de tercümana ihtiyacı olunca ben de giderdim. Yani Ahmet Bey’in yanında çalışmaya başlamıştım. Buna eşim de çok sevinmişti. Ahmet Bey, eşimin sağlık durumunda düzelme olmadığı için, ben evden uzaktayken yatılı hemşire tutmamı istedi. Ahmet’i kardeşi gibi seviyordu. Bir gün yine biz Katar’da iken bir telefon geldi. Telefonda şok olmuş, dona kalmıştım. Telefon elimden düşmüştü. Sonra Ahmet Bey’in boynuna sarıldığımı ve hüngür hüngür ağladığımı biliyorum. İlk uçakla dönmüştük. Ahmet Bey o günden sonra hep bana kardeşi gibi sahip çıkmıştır. Eşini değil üzmek onu incitmek bile istemez. Evet, her seyahatte ona asılan kadınlar oldu. Her seferinde adabıyla kadınlara eşinden aşk dolu bahsedince, ben Şeyma Hanım adına daha bir mutlu oluyordum. O hiçbir zaman fırsat vermedi. Ahmet Bey için her şey, Şeyma Hanım ve işinden ibaretti.
Hâkim konuşmayı keserek, Ahmet Bey’e sordu:
-Peki gömleğinizdeki ruj lekesini nasıl açıklayacaksınız, kimindi peki? Hanımınızın ısrarla takıldığı konuyu nasıl aydınlatacaksınız?
-Sayın Hâkim, o gün E.P Hanım ve ben, E.P Hanım’ın eşinin yani benim kırk yıllık arkadaşımın vefatını öğrendik. Hıçkırıklar içindeki E.P Hanım’a sarılınca kemik rengi gömleğim, makyaj boyaları oldu. Ruju gömleğime geçti. Hatta parfümü sindi üzerime, bizim acıdan başka bir hissimiz yoktu ki! Ben arkadaşımı kaybetmiş, E.P Hanım da eşini. Bunun aldatılmayla ne bağlantısı olabilir ki? Ama eşime açıklama yapma gücünü hiç bulamadım. Onun en ufak bir heyecana gelmemesi gerekiyordu. Yüksek tansiyonu, kalbi, şekeri bir de panik atağı vardı. Ben, eşime hiç açıklama yapmadım, kendimi biliyordum! Onun benim hakkımda yanlış düşüneceği kanaatini bile aklımdan geçirmemiştim. Gömleği saklamadım, bavulumda idi. Saklayan o idi ve her iş seyahatlerimden sonra tartışma olmaya başlamıştı. İsterdim her iş görüşmelerime götürebilmek, ama imkânsızdı. Götürdüğüm zamanlarda da görüşmeler dışında hep benle idi. Ben onu hiç mutlu edemedim. Çok sevdim, ama çok.....
Sonra o koca adam hüngür hüngür ağlamaya başladı. Mahkemede, arkalardan bir görevli, kağıt mendil kutusunu getirip Ahmet Bey’in önüne bıraktı. Şaşkınlık içindeydim.
Hâkim E.P’ye dönüp, “O gece eşiniz mi vefat etmişti?“ dedi.
-Evet sayın Hâkim, dedi E.P.
Mahkemede büyük sessizlik oldu. Hâkim E.P’ye teşekkür etti ve “çıkabilirsiniz” dedi.
İçimden, “Ön yargılı olmanın cezasını almıştım.” demekteydim. Şeyma Hanım ise nefes almakta zorlanmaya başlamıştı. Hâkim, görevlilere “Doktor çağırın!” derken Ahmet Bey, “Şeyma!” diye bağırıyordu. Üzerime düşen Şeyma Hanım, kollarımın arasında kıvranıyor gibiydi. Panik geçiren o değil de bendim sanki. Halen kulaklarımda.... “Şeymam, sakin. Ben burdayım. Sakinnnnnnn...” diyordu Ahmet Bey.