İsmail Bedasi kendisine kimin seslendiğini görmek için geri döndüğünde yan yana duran iki adamdan bir tanesi elindeki silahı kendisine doğrulttu ve ateş etti. Bedasi “Ah vuruldum” diyerek Mecidiye sokağa doğru dönüp oradan uzaklaşmak için hamle yapmak isteyince bir el daha ateş etti ve sağ kalçasından vurdu kendisini. Sonra bir el daha ateş etti. Bu merminin nereye isabet ettiğini görmedim, daha doğrusu göremedim.
İsmail Bedasi olduğu yere, yarı yüzükoyun yatar halde, belden yukarısı yüzü koyun, belden aşağısı yan yatmış vaziyette yolun ortasına yıkıldı kaldı. Hiç başka bir hareket yapmadı veya yapamadı. Pantolonunun arka sağ cebinden ve ön kısmında nereden çıktığını bilemediğim bir yerden asfalta kan akmaya başlamıştı. O an mı ölmüştü, yoksa biraz can çekişip mi ölmüştü hiç hatırlamıyorum. Zaten şok olmuştum.
Silahı ile ateş eden adam, yanındaki arkadaşına hemen silahı uzattı. Arkadaşı silahı kaptı, gömleğinin içine koydu, gerisin geriye dönerek Asmaaltı Sokağa doğru koşmaya başladı. Köşede kendisine birisinin verdiği koyu yeşil renkli bir bisiklete binerek saniyeler içinde gözden kayboldu.
Diğeri de yani ateş eden adam, bana taraf koşmaya başladı. Yanımdan geçerken bana fena bir bakış fırlattı ve Mecidiye Sokağa doğru koşmaya devam etti. Köşeye gelince Abdi Çavuş Sokak yönüne yani bana göre sağa dönerek gözden kayboldu. Bir olasılıkla ona da birileri, hemen bölgeden uzaklaşabilsin diye köşe başında bir bisiklet verdi.
Ben hala basamakların üstünde, yaşadığım heyecan nedeni ile dona kalmıştım. Heykel gibiydim... Kemal Deniz bey kapıya kadar geldi ve dışarı bir göz attı. Son derece soğukkanlıydı. Hiçbir telaş gösterisinde bulunmadı, paniklemedi de. Yerde yarı yüzükoyun yatan adama kaçamak bir bakış fırlattı ve “Bedasi’yi kim vurdu acaba” gibi veya da ona benzer sözcükler çıktı ağzından, hepsi o kadar. Sonra da bana döndü ve “Sen hemen arka yollardan eve git. İngiliz Polisleri gelince seni görmesinler. Gördüklerini de kimseye söyleme sonra başın derde girer” diyerek beni girdiğim şoktan çıkardı ve oradan uzaklaşmamı sağladı.
Ben giriş kapısının kenarına bıraktığım bisikletimi kaptığım gibi önce hızla Mecidiye Sokak tarafına sürdüm, oradan Abdi Çavuş Sokağa döndüm, oradan da ara yolların içinden gözden kayboldum. Eve de çok uzak bir yoldan birkaç saat sonra ancak dönebildim.
Döndüğüm zaman bir müddet ağzımı açmadım, daha doğrusu açamadım. Sonra da, 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında Gazimağusa’nın ilk Belediye Başkanı seçilecek olan rahmetlik ağabeyim Bora Atun’a gördüklerimi anlatmak amacı ile korka korka, kalbim küt küt atarak yanına gittim.
Ağabeyim herhalde yüzümden ve tavırlarımdan olağan dışı bir şeyler olduğunu veya da sıra dışı bir olay yaşadığımı anlamış olmalı ki, her zaman ki şakacı yaklaşımını bir kenara bırakıp, gayet ciddi tavırlarla bana ne olduğu sordu.
Konuyu anlatmak için ağzımı açtım ama ne ses çıktı ne de bir seda ağzımdan. Yaşadığım olay kafamda bir sinema şeridi gibi geçiyordu ama kafamın içinde seyrettiğim bu filmi bir türlü sözlere döküp anlatamıyordum. Kekemeye dönüşmüş olsam neyseydi ama tam bir dilsiz olmuştum……
İşte 22 Aralık 1963 gecesi, silah sesleri altında korku ile dolu yaşadığım o dakikalar içinde bir an, 4 yıl önce yaşadığım bu olay sinema şeridi gibi gözümün önünden geçmişti. Kaderde silahla tanışmak, silahla yaşamak ve savaşmak da varmış demek ki, hepsini zamanı gelince sıra ile yaşadım…