Günbatımıydı... Derin bir sessizliğin içindeydim... Televizyon ekranlarına bir “son dakika” haberi düştü:
“Tunceli’nin Geyiksu kırsalında iki asker şehit...”
Şehit düşenlerden birisi teğmen, diğeri uzman çavuştu...
İkisi de 27 yaşındaydı...
Eli kanlı PKK işi iyice azıtmıştı.
Önceki gün akşam yine bir “son dakika” haberi düştü televizyon ekranlarına:
“Tunceli’de polisler hedef alındı... Halı sahada pusu: Bir polis ve eşi şehit, yedi yaralı...”
Öte çağlardan gelen bitmez bir yakarış, acı, hüzün ve gözyaşı vardı...
Ölümlere alışmıştık artık. Eli kanlı terör örgütü kırsaldan kentlere inmişti. Gölge gibi bir havada sesin ve soluğun bir anlamı yoktu.
Belleğimizi ölüm almıştı.
Haberleri izlerken Salvatore Quasimodo’nun dizelerini anımsamaya çalıştım:
“Yaşamdan nasıl korkmuyorsam... Ölümden de korkmuyorum...
***
Şehit olan askerlerimiz ve polislerimiz...
Ölenler bizim çocuklarımız değil miydi?..
Tunceli’de halı sahada maç yapan polislere saldıran 4-5 kişilik cani grup, kent merkezine dek inip can alıyorlardı.
O yalnızlığın morarmış sesi, çatışmalar, mayınlı pusular bu ülkeyi kan gölüne çevirmişti. Terörün, nereden gelirse gelsin, bir insanlık suçu olduğunu anlamayanlar vardı bu ülkede.
Dillerinden demokrasi ve insan hakları sözcüklerini düşürmeyenler, nedense PKK terörünü lanetlemekten çekiniyor; askerlerimiz, polislerimiz birer ikişer şehit olurken seslerini çıkarmıyorlardı.
Son otuz yıla baktığımızda binlerce insanımızı yitirmiştik çatışmalarda...
Hepsi ama hepsi bizim insanımız, çocuklarımız, kardeşlerimizdi.
Toplum olarak bir İspanya kadar olamamıştık; milyonlarca insan alanlara toplanmamıştı. Güngören’deki o kanlı bombalı eylemde ölen insanlarımızı çoktan unutmuştuk.
***
TBMM 1 Ekim’de açılacaktı... 9 günlük bayram tatili 170 kişinin trafik teröründe canını almıştı... Eşkıya kentlere inmişti...
BDP kongresinde ise ulusal marşımız okunmamıştı.
Anlı şanlı medyamızın kimi kalemleri nedense bu vahşete, üniter devlet yapısını çiğneyenlere alkış tutuyor, gerçekleri yazanları ise “ırkçılıkla” suçluyordu.
Aklıma Hopa’da biber gazı sonucu kalp krizi geçirerek ölen emekli öğretmen Metin Lokumcu, tutuklanan ÖDP’li ve Halkevleri üyesi gençler geldi.
Çevreci bir eylemi “terörist” olarak gören kalemler, nedense eli kanlı azgın PKK’nin “ölüm pusularını” görmezden geliyordu.
Öyle kolay kolay liberal demokrat, solcu falan olunmaz. Önce yüreğinde insan sevgisi olacak... Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin ne olduğunu anlayacaksın.
***
Bu işler kurusıkıyla olmaz.
Dünyanın hiçbir ülkesinde ordu silah bırakmaz, terör örgütüyle masaya oturup pazarlık yapmaz...
BDP kongresinde açılan pankartlara baktınız mı?
Siz “demokratik özerlik”ten ne anlıyorsunuz?
Kendi kendilerini yöneteceklermiş...
Demokratik özerklik kavramı geniştir... Siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, yerel yönetim yönü vardır... Biraz daha ötesini de tartışabiliriz:
“Eyalet sistemi!”
TBMM 1 Ekim’de açılacak...
Bu kadar uzun tatil olur mu?
Dünyada olup bitenler, Türkiye’nin İsrail’e karşı aldığı önlemler... Tartışmaya Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın katılması... ABD ve AB ülkelerindeki şaşkınlık... Ve eli kanlı terör örgütü PKK... Şehit cenazeleri...
***
Taze bir toprakta barış çiçeklerinin açmasını istiyorum bu yaşananları izledikçe... Bir köpüğün anlamsız simgeleri gibi...
Umudumu yitirmemek istiyorum tüm bu anlamsızlıklara karşın!