Siyasi amaçlı bir toplantıda değildik gerçi. Ama, yer Siirt olunca, ne yapsanız, coğrafya ve üzerinde yaşayan insanların özellikleri ve kimlikleri, ister istemez, herhangi bir konuşmayı “siyasi alan”a taşıyıveriyor.
Nitekim, “fıstık” ile “Kürt kimliği” irtibatı da o şekilde kuruluverdi. Siirt’te “Fıstık ve Doğa ile Buluşma Festivali” vardı. Bu ikincisi, dört yıl önce yapılmasına kalkışılmış, ama ikinci ve üçüncü yıl “olaylar” nedeniyle bir türlü olmamış, iki-üç yıl aradan sonra Belediye Başkanı Selim Sadak, önayak olmuş ve “Diller ve Kültürler Botan Doğasında Buluşuyor” sloganı altında Siirt, “fıstık festivali” düzenliyor.
Selim Sadak, önemli özellikleri olan bir belediye başkanı. İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmıştı. Danıştay kararıyla görevine iade edileli, şunun şurasında, birkaç gün oldu. KCK’nın tutuksuz sanıklarından. Diyarbakır’da çekilen o “utanç fotoğrafı”nda ön planda onun görüntüsü vardı. Selim Sadak’ın dikkat çekici özellikleri bunların ötesinde.
Selim Sadak, 1994’te Türk siyasi tarihinin bir başka “utanç sayfası”nın kahramanlarından. DEP milletvekili iken, parlamentodan yaka paça götürülüp, Ulucanlar cezaevinde hapse atılanlardan biri. En ağır cezaya çarptırılmış “4’lü”den birisi. Rahmetli Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana ile Selim Sadak, 10 yıl hapiste kaldılar. 2005’te hapisten çıktılar. Bugün Hatip Dicle yine hapis. Orhan Doğan, toprağın altında. Leyla Zana, suskun, buralarda bir yerlerde. Selim Sadak ise azil ile görev arası tahteravallide sallanan Siirt Belediye Başkanı.
Vali’yi beklendiği için bir buçuk saat gecikmeyle başlayan, “Fıstık Festivali”nin açılış resepsiyonunda konuşma yapıyor. Siirt’te dört bir yanı görebilen yüksekçe bir yerdeki bir parkta almış eline mikrofonu. Belediye bürokratları, Siirt erkanı, Vali’nin yanında ben, ellerimizde şeftali veya vişne suları, önümüzdeki kurdelalı yüksek yuvarlak masalara serpilmiş fıstık tabakları ve kurabiyelerden atıştırırken, Selim Sadak’ın festivali açış konuşmasını dinliyoruz.
Gözüm Kurtalan’ın üzerindeki tepelerden Eruh’a doğru giden Botan dağlarını, Pervari yönünde seçilen Herekol dağlarına kadar neredeyse 360 derecelik bir açıyla bölgenin çarpıcı topografyasını tararken, Selim Sadak’ın Vali’ye övgüler yağdırarak başlayan konuşmasına kulak veriyorum: “Siirt fıstığı da inkarla karşılaşmıştır. Fıstığımızın kimliği için mücadele etmeliyiz. Tıpkı Kürt kimliği gibi Siirt fıstığı da inkar edilmiştir. Antep fıstığının bir türevi olarak tanıtılmıştır. Aha elimde bir Antep fıstığı tabağı var. Şimdi bunun üzerine Siirt fıstığını döküyorum. İki dakika içinde Siirt fıstığını, Antep fıstığından ayırdedip ayıklayabilirsiniz. Siirt fıstığının Antep fıstığıyla, fıstık olmak dışında hiçbir ilgisi yoktur. Tıpkı Kürt kimliği gibi. Kürtler de…”
Kendi fıstığının patentini kurtarmak ve Antep fıstığından kurtarmak mücadelesinde Siirtliler yargı yoluna gitmişler. Harika bir sonbahar havası. Nefis bir akşamüstü. Vali, çeşitli kamu görevlileri, açık havada resepsiyon, fıstık tabakları ve ömrünün 10 yılını Kürt sorunu yüzünden cezaevine bırakmış olan bir belediye başkanı, fıstığının “onur mücadelesi”ni veriyor. Aklıma Fellini filmleri geliyor ve aynı anda “Şu bizim Sırrı Süreyya, milletvekilliği yapacağına rejisörlüğe devam etseydi; ne film çekerdi ama burada” düşüncesi geçiyor. Tüm acı yanlarına rağmen, üstelik kanlı, çileli toprakları bile sevimli hatta komik bu ülkenin bir yandan…
Gece, bir amfiteartda “Dengbejler Divanı” hayli siyasi içerikli ”stran”ları seslendiriyorlar. Biri, Şırnak’tan, bir Eruh’tan, biri Silopi’den gelmiş. “Festival” ise halaya kalkmadan kutlanmaz. Birkaç yüz kişilik tıklım tıklım amfiteatrdan piste fırlayan fırlayana. Sergovend yani halay başı Selim Sadak. Çok da iyi bir halay başı.
Siirt eğleniyor yani…
Eğleniyor mu?
Bu ülke halkının kendi haline özgür bırakılması durumunda nasıl geleneklerini yaşatarak barışçıl bir ortamda mutlu olabileceklerini gözlemliyorum ama Siirt’te aslında –ülkenin her yerinde olduğu gibi- kafalar, “Bundan sonra ne olacak? Başbakan’ın samimiyetine güvenilebilir mi? Görüşmeleri yeniden başlatacak mı? Öcalan’la görüşmeler tekrar başlayacak mı?” soruları dolaşıyor. Herkes bu soruyu hem kendisine, hem karşılaştığı herkese soruyor. Sohbetler bu soruların çevresinde dolanıyor.
Zaten, Siirt’te esen hava, asıl üzerinde durulması gereken gerçeklik bu olduğu için, Selim Sadak, “Siirt fıstığının kimliğinin inkarına son” diye geliştirdiği konuşmasında sözü dönüp dolaştırıp “siyasi alan”a taşıdı ve “Siirt seni Başbakan yaptı” diye, 2003’de Başbakan’ın bir “hileyi şeriye” ile Siirt’ten milletvekili seçilerek başbakanlık koltuğuna oturduğunu hatırlatarak, “Siirt’in kendisinden taleplerini” dile getirdi.
Siirt’I bilenler bilir, kentin ince sosyolojik dengeleri, buna yol açan bir “kimlik dokusu” mevcut. Merkezin yüzde 40’ı Arap. Araplar, neredeyse, slime Ak Parti tabanı. Yüzde 60’ı Kürt ama bu Ak Parti, bu yüzde 60’ın dörtte birinin desteğini de almış. İlçeler başta Eruh ve Kurtalan, “Kürt siyaseti”ni soluyor.
Siirtliler arasında, birçok konuya –örneğin “demokratik özerklik”- ilişkin farklı reflekslere sahip olsalar da, Kürt sorununun çözümü için görüşmelerin başlaması ve Öcalan’ın bu konuda “en önemli aktör” olduğu konusunda Kürt-Arap, pek farklı bir düşünce yaklaşım ortaya çıkmıyor.
Herkesin merakı, bugün Başbakan’ın yapacağı konuşmanın içeriğinde. İnsanlar umutlanmak istiyorlar ama gözleri kapanmış, ihtiyat payı terkedilmiş bir iyimserlik de söz konusu değil.
Üstelik, Başbakan’ın NTV’de BDP’ye yönelik ağır sözleri, ardından ATV’de İmralı’nın “ev hapsine dönüşmesi” konusunu “bunun vebalini kaldıramam” diye kestirip atması, bugüne ilişkin Ak Parti köngresinde “dağın fare doğurması” ihtimalini öne çıkarıyor.
Siirtliler –ve galiba birçok siyasi bilinç sahibi Kürt- Başbakan’ı bugün ne diyecekse, yeni bir “oyalama taktiği” peşinde koşuyor olabileceği önyargısıyla dinlemeye hazırlanıyorlar.
Benim Başbakan’ın son konuşmalarına ilişkin kimseyle paylaşmadığım –henüz ham- gözlemimi, birkaç Siirtliden duyunca şaşırdım doğrusu. “Başbakan, anlaşılan şimdi İmralı ile Kandil ve BDP arasında bir bölünme yaratma politikası gütme eğiliminde” sözlerini birkaç kişiden işittim.
Minicik umut ışıklarına hatta; kanın durması, yarın için biraz daha iyimser olmak için “umut ışığı hüzmeleri”ne buralarda o kadar ihtiyaç var ki, bu “gözlem”in üzerine gitmedik.
Başbakan’ın bugün ne diyeceğini –çıtayı fazla yukarı çekmeden- bekleyelim bakalım…
(Radikal gazetesinden alınmıştır)