-İşkenceci polis şefi hadisesinde siyasi irâdenin ısrarına ne dersiniz hocam?
- Anlaşılmaz bir iş Çekirge; bir ara iş kanununda şöyle bir tâbir vardı yanlış hatırlamıyorsam: "Eleman temininde güçlük çekilen iş kolları..." diye. Tutuklu sanıklara işkence yapan eleman temininde güçlük çekiliyor olunması, eğer sahih ise sevindirici bir husustur; adı geçen o elemanda ısrar etmenin anlamı ise bilemiyorum; her halde vardır bir hikmeti! Vaktiyle pek berbat işkence suçlarına bulaştığı için başı derde girmiş bir polis şefinin yanında durmak için çok önemli ve geçerli sebepler olmalı; kezâ, onca tercih edilebilir arasında şimdiki içişleri bakanını seçmek ve yanıbaşında durmak için de bizler gibi sıradan ve ölümlü fânilerin bilmesi gerekmeyen şeyleri bilen birileri olmalı.
-Ustalık döneminin kabinesi üstelik?
-E, öyle; bunca zamandır iktidarda olmak büyük tecrübe kazandırmıştır; kimbilir ne kadar liyâkatli isimler bir araya gelecek diye düşünmüştük. İçişleri bakanı doğrusu bir hayal kırıklığı oldu; geçelim.
-Hatada bile bile ısrar, neyin göstergesi sizce, nasıl yorumlarsınız?
-Pek çok sebebi olabilir; meselâ haddinden fazla abartılmış ve metânetine güvenilmiş bir özgüven insana böyle hatalar yaptırabilir; bir başka faktör, "Hata yapsan bile bunu başkalarına hissettirmemelisin" inancı olabilir, yani bir yanlışı hemen değil de arayı hayli soğuttuktan sonra onarmak ve bu esnada "Ben bir insanı tutarsam, ondan kolay vazgeçmem" mesajı vermek... Üçüncüsü düpedüz inatlık. İnat dediğin şey, bakış açısına göre anlam değiştirir; sonunda haklı çıkarsan azimli, kararlı, sebatkâr, sabırlı olursun. Başbakan'ımızın böyle bir anûd damarı var Çekirge. Karadenizlilerin çoğunda var. Belki şahsi karizma denilen şey böyle kusurların da katkısıyla parıldıyor...
-Anûd derken, anlamadım pek?
-İnatçı canım, inadında mübalağa eden, inadında inad eden demek.
-Sizi bir polemiğin kenarında durup yüksek sesle bir şeyler düşünürken görüp şaşırdık; şart mıydı?
-Çok uzun cümle kuruyorsun Çekirge, ama tesbitin doğru; benim tesbitim de doğru çıktı bir gün sonra. Demiştim ki, "Türkiye'de kaliteli polemik yürütmek için gerekli insâni ve entelektül vasıfların pek hasis dağıtılmış olduğunu zannediyorum. Bizde polemikçilik genellikle, ikinci adımdan itibaren 'Bu herifin bana ne gıcığı var ki hakkımda yazıp duruyor?' vehmini kışkırttığı için, 'Ben de senin, zaten senin de filan konuda kırık-çıkığın yok mudur?' şirretliğine dönüşür". Dediğim çıktı ve polemik konusunu bir hayat-memat konusu gibi algılayan bir yazar, derdini öküz metaforu üzerinden izahı seçerek bizde iyi polemiğin niçin yapılamayacağını gösterdi.
-Biraz ateşteki kestane olduğundandır hocam; İslâmcılık kavramı, hükümetin ve kararlı taraftarlarından çoğunun yakın geçmişini niteleyen bir sembol sıfat; tenkid saldırı gibi algılanıyor.
-Tersi de doğru olabilir Çekirge. Saldırıyı tenkid kılıfıyla yapanlar da çıkar. Siyasetin bu tabiatını belki hiçbir zaman anlayamayacağız. Bir meseleye siyasi açıdan yaklaşmak, kâğıt üzerinde tarif edilebilir ama hakkıyla anlaşılması için bizzat damdan düşmek gerekir. Güç insanın tabiatını ateşliyor ve neş'e-canlılık veren oksijen gibi, su gibi "O olmazsa yaşayamam" hissi telkin ediyor insana. İslâmcılığı siyasi bir duruş olarak tarif etmiştim; Müslümanlığı ise ahlâki bir vaziyet alış. Temel mesele şudur- daha doğrusu ömrümüzün en şerefli vazifesi: Siyâsi kararların ve yaklaşımın da ahlâkî olmak durumunda! O zaman siyaseten zarar görürüm diyorsun; eh, görürsen görürsün yani! Siyaseten muvaffak olmak seni iktidara götürür; ahlâken muvaffak olmak ise Allah rızasına, yani Cennet'e. Allah, -mühürledikleri hariç- her insana kalb-i selîm vermiştir, kalb-i selîm şudur Çekirge; kalp, doğru ve ahlâkî olanı tanır, bilir ve ona meyleder.
-Kalb-i selîmden ayrılmamak lâzım hocam, öyle anladım.
-Aferin Çekirge, verdin yine mesajını, ah seni seni...
(Zaman gazetesinden alınmıştır)