Osmanlı ne fetih günlerini andı ne de zafer yıldönümlerini kutladı. Yirminci asrın başlarına kadar böyle bir şey yapmayı akıl eden kimse çıkmadı. Çünkü o zamana kadar böyle bir şeye ihtiyaç hissedilmedi. Çünkü bu tür uygulamaları siyasi ihtiyaçlar ortaya çıkarır.
Ancak yirminci asrın başlarına gelindiğinde toplumda -modern anlamıyla- millet aidiyeti duygusuna ihtiyaç duyulur olmuştu ve bunun için insanlarımızda bir tarih bilincinin uyanması gerekiyordu. Zira milli aidiyet duygusunun oluşması veya güçlenmesi ortak bir geçmiş algısıyla mümkündü.
Böylece milli günlerin kutlanması siyasi bir âdet olarak hayatımıza girdi. Mesela bizim her yıl coşkuyla andığımız İstanbul’un fetih yıldönümü ilk defa II. Meşrûtiyet devrinde kutlandı. Daha önce Abdülhamid fetih kutlaması önerisini “Rum vatandaşlarımız huzursuz olur” diyerek geri çevirmişti.
(Meşrutiyet devri zaten birçok ilklerin yaşandığı bir süreç. Milli bayramlar o devirde ihdas edildi. Öncelikle Meşrutiyetin ilan edildiği gün Hürriyet Bayramı oldu. Ardından başka “ıyd-i milli”ler ortaya çıktı. İdman Bayramı, Çocuk Bayramı... Bunlar Cumhuriyet döneminde de 19 Mayıs ve 23 Nisan günlerine bağlanarak sürdürüldü. Hatta 23 Temmuz Hürriyet Bayramı bile cumhuriyetin ilk yıllarında da kutlanmaya devam etti.)
***
Aslına bakarsanız Sultan Hamid’in “Rum vatandaşlarımız rahatsız olmasın” hassasiyetini ilk başta “cinslerin birliği” siyasetinin savunucusu olan İttihatçılar da paylaşıyorlardı elbette. Ancak Harb-i Umumi öncesinde müslüman olmayan unsurların da içinde yer alacağı bir siyasi birlik (“millet”) idealinin gerçekleşmesinin artık mümkün olmayacağı iyice anlaşılmıştı ve ilk defa 1910’da mütevazı bir şekilde yapılan İstanbul’un fetih yıldönümü kutlaması 1914’te bu sefer görkemli bir törenle ve geniş katılımla gerçekleştirilmişti.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’un fethi değil işgalden kurtuluşu kutlandı. Ancak tam da II. Dünya Savaşı arefesinde -yani Avrupa’nın dört bir yanında milliyetçi hükümetlerin iş başına geldiği sıralarda- bizde de Osmanlı asırlarının gurur veren hatıraları yeniden gündeme gelir olmuştu.
Bu çerçevede fethin 500. yılında büyük törenlerle kutlanması için hazırlıklara daha 1939’da İnönü’nün emriyle başlanmış ama 1953’e gelindiğinde o günkü Demokrat Parti iktidarı “Yunanistan’la aramız bozulmasın” gerekçesiyle kutlamaların mümkün olduğunca “düşük yoğunluklu” gerçekleştirilmesini tercih etmişti.
Belki de dünyaya irredentist bir dış politikaya yönelmiş izlenimi vermekten çekiniyordu hükümet. Öyle ki Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Köprülü 29 Mayıs günü Kraliçe Elizabeth’in taç giyme merasimine katılmak üzere İngiltere’ye gitmişler, Cumhurbaşkanı Bayar da İstanbul’daki törene katılmamıştı.
(DP iktidarının bu tutumunun dindar/milliyetçi aydınlar arasında ve muhafazakar kitleler üzerinde uyandırdığı tepkinin bilahare siyasi tezahürleri olacaktır ama bu ayrı bir konu...)
***
Bu yıl görkemli bir devlet töreniyle kutladığımız Malazgirt Zaferi ise yine İstanbul’un fethinin 1953’te görkemli törenlerle kutlanması projesinin de arkasındaki isim olan Yahya Kemal’in fikir hayatımıza kazandırdığı bir sembol.
Kısmet olursa bu konuya Perşembe günü devam edelim...
(Karar'dan)