\'Son\' dizisiyle oyunculuk macerasını sürdüren Berrak Tüzünataç\'la sohbete yeni dizisinden başladık, kendimizi 12 Eylül\'ü ve İçişleri Bakanı\'nın terör tanımını konuşurken bulduk

Oyunculuğa başladığınız günden beri nasıl bir serüven içinde olduğunuzu düşünüyorsunuz?

Kendimle ilgili analizler yapmıyorum ama hayatımdan memnunum.

Oyuncu koçunuz var mı?

Yok ama ‘Son’ dizisinden önce İpek’le (Bilgin) çalışıyordum. Sonra o dizideki karaktere de bir buçuk ay boyunca birlikte hazırlandık.

Tiyatroyu düşünüyor musunuz?

Evet, heves ediyorum. Bir hikâyeyi baştan sonra tecrübe etmek beni heyecanlandırıyor. Çünkü çekimlerde bazen son sahneyi ilk gün, bazen de ilk sahneyi son gün çekiyorsun. Tekrarları var, her şeyin bir açısı var, sahneyi bile birkaç parçaya bölebiliyorsun. Bir sahneyi bile sondan oynamak durumunda kalabiliyorsun. O yüzden hem o canlı, seyircili durumu yaşadığımda hem de bir hikâyeyi baştan sonra tecrübe ettiğimde, kesilmeden, neler yapabileceğimi merak ediyorum.

Kendinizi yeterince ifade ettiğinizi düşünüyor musunuz? Ya da böyle bir derdiniz var mı?

Kendim hakkında konuşmak istemem çünkü bunun bir manası olmadığını düşünürüm. Bir insanın kendinden bahsetmesi, o bahsedilen şeylerin değerini düşürür. Bir şey veya biri hakkında bahsedilecekse başkalarının bahsetmesi daha kıymetlidir. Bir insan kendi hakkında konuştuğunda, daha çok sorgularsın, daha farklı bir yerden yaklaşırsın op cümlelerine. O yüzden sevmiyorum kendimden bahsetmeyi.

Sizi ‘Son’da yer almaya iten nedir?

Oyunculuk yapmaya devam ettikçe, tıpkı roman okurkenki duygular gibi, bir karakteri yargılamak yerine anlamaya başlıyorsun. Herhangi bir karakteri yargılayan bir oyuncu o karakteri iyi oynayamaz. Dolayısıyla ben öyle bir lüksüm olduğu ve bu duyguda olduğum sürece yargılanan veya yargılanacağını düşündüğüm karakterler daha ilgimi çekiyor. Onları anlamak... Anladıkça, böyle bir duygu geçirdikçe insan kendinde, herkesi anlamaya başlıyor. Herkesin hikâyesini, davranışının sebebini anlamaya başlıyorsunuz. Dolayısıyla ben ne kadar zor karakterlerle uğraşırsam, sanki o kadar iyi bir insan oluyorum gibi geliyor ve daha zevkli geliyor. Herkesin genelde yargılayacağı birini anlamak daha zor değil mi? ‘Son’daki Alev, dışarıdan anlaşılması zor biri. İzleyicinin “Sorunu ne ya bu kızın?” diye soracağı bir karakter. Ben de okuduğumda aynen böyle şeyler düşündüm ve onu anlamak için çaba sarf etmek istedim, Alev’i canlandırmanın bana heyecan vereceğinden emin oldum.

Nasıl tepkiler aldınız diziyle ilgili?

İzleyiciye çok karışık gelebilir diye düşünmüştüm aslında. Ama bir şekilde bütün ekibin marifetiyle o merak duygusu aşılanabildi seyirciye. Hikâye gittikçe daha da çok hızlanacağı için dizimiz daha da sürükleyici bir hale gelecek diye düşünüyorum. Henüz birbirine tam olarak bağlanmamış, bir sürü bilgi veriliyor bölümlerde. Ama o bilgilerin hepsi yavaş yavaş bağlanacak birbirlerine.

Kendini televizyonda izleyemeyen oyuncular vardır. Sizde durum nedir?
Başlarda izleyemiyordum ama artık izliyorum. Zaten bu meslekte tecrübeli olanlar, muhakkak izlemem konusunda uyardılar. “Kendini izlemek senin için en faydalı şey” dediler. O yüzden izliyorum, düşündüğümü yapabilmiş miyim diye bakıyorum. Sette birçok etken var çünkü çekim sırasında oyuncuyu etkileyen.

En akılda kalıcı rollerinizden biri ‘Bu Kalp Seni Unutur mu?’ dizisindeki devrimci Yıldız. Orada Filistin askısında işkence sahneleriniz vardı. Türkiye, artık 12 Eylül’le hesaplaşma sürecine girdi.

Çoktan yapılması gereken şeylerin artık yapılmaya başlanması iyi bir şey. O dönem o meseleyle ilgili çok şey okumuştum. Hem Tomris (Giritlioğlu) Hanım hem de yönetmenimiz bizi o dönemde acı çekmiş insanlarla buluşturmuştu. Zaten bir duyarlılığın olsa bile, meseleyle daha çok ilgilendikçe, o duyarlılığın daha artıyor.

O dönem uygulanan işkencelerle bile daha yeni yeni yüzleşiyoruz.

Sosyologlar, toplumların travmalarıyla yüzleşme süreleri üzerine bir araştırma yapmış. Bu çılgın internet dönemi öncesinde bu, bu süre en az elli yıl olarak belirlenmiş. Ama artık internetle her şey çok hızlandığı için süre daha kısalmış. Geç bile kalındı yüzleşmek için. Yüzleşmediğimiz her şey bizim sırtımızda bir yük ve bizi geride tutuyor. Zaten birey olarak da insanın bunu yapması lazım, toplum olarak da yapmamız lazım. Çünkü bir şeyleri yok saydığınızda, onlar yok olmuyor. Onlar, orada öylece duruyorlar ve onları yok saydıkça bizi daha da kemiriyorlar. O yüzden yüzleştikçe daha fazla yol almaya başlıyoruz, dolayısıyla tabii ki yapılması gereken şeyler bunlar…

Cumhurbaşkanlığı Köşkü, portresi bulunmayan cumhurbaşkanlarını çizdirmek için Mimar Sinan Güzel Sanatlar’a başvurmuş, üniversite senatosu da “Darbe yaparak cumhurbaşkanlığına gelen bir ismin portresini yapmayız” demişti. Sizin de resim çizdiğinizi biliyorum. Misal siz olsanız çizer miydiniz?

Ben Türk halkının benim bu konuyla ilgili fikirlerimi merak ettiğini düşünmüyorum ama madem sordunuz kendi naçizane fikirlerimi paylaşayım. Çok uzun yıllar, ancak çok az cesur kişinin fikir beyan edebildiği tabu konuların, siyasi irade müsaade ettiği zaman en çok konuşulan, tartışılan, tepki gösterilen konular haline gelmesini samimi bulamıyorum. Çünkü bir tepki gösterilmesi gerekiyorsa en başından itibaren gösterilebilinmeli. Asıl kıymetli olan odur çünkü gerçekler değişmiyor. Bir olay iyiyse ilk günden beri iyi, kötüyse ilk günden beri kötüdür. Yani insanların belli konularla ilgili fikir sahibi olurken kendi vicdanlarını ve filtrelerini kullanmalarının doğru olduğuna inanıyorum. Böyle düşünülmeye başlandığında nefret duygusunun daha azalacağını düşünüyorum. Herkesin belli konulara vicdanıyla yaklaşması hepimiz için daha faydalı olur. “Benden farklı düşünenlerin yok olmasını mı istiyorum? Bunu ben mi istiyorum , yoksa başkaları istememi mi istiyor? Neden tanımadığım bir grup insandan nefret edeyim?” diye üstünde düşünmek gerekiyor. Dönemsel değil, vicdanen her zaman belli konularla ilgili bir duruş olması gerektiğine inanıyorum.

Sanatçıların hazırladığı “Sevgili İçişleri Bakanımız, ne diyorsak tersinden anlayınız!” bildirisine imza atanlardan biriydiniz siz de.

Bence çok acayip ve bir o kadar da tedirgin edici bir açıklama o. Sanki parmakla gösterme gibi bir durum başlıyor yavaş yavaş. “Bu iyi, bu kötü”, “Bunu sevin, bunu sevmeyin”, “Bunu biz sevmiyoruz, eğer siz seversiniz biz de sizi sevmeyiz” gibi bir noktaya geliyoruz. Bu konuyla ilgili düşüncelerimiz internette sevgilibakanimiz.tumblr.com adresinden okunabilir. Halihazırda tepki verebiliyorken vermek lazım bence!


En son izlediği film: Zenne
En son izlediği oyun: Festen/Kutlama
En son gittiği sergi: İstanbul Modern’deki ‘Hayal ve Hakikat’ sergisi
En son okuduğu kitap: Murat Menteş’ten, ‘Korkma Ben Varım’ ve ‘Dublörün Dilemması’

(Radikal)