Oyuncu Halil Ergün, epey bir zamandır ortalıkta görünmüyordu. Kilo vermek için kaldığı kamptan İstanbul’a gelir gelmez kapısını çaldık. Çaldık çalmasına ama bir dokunduk bin ah işittik: “Ömrümü verdiğim bir dava sonrasında, 12 Eylül Referandumu’nda ‘evet’ dediğim için aforoz edildim.
Hakaret ettiler. Ben başka türlü düşünüyorum diye beni yok mu edeceksiniz? Bu faşizm değil mi?”
Uzun bir süredir gözlerden uzaktasınız...
Biraz kendime yatırım yapmak için Kuşadası’ndaki bir sağlık merkezine gittim. Vücudumu tazelemek için iyi bir kamp oldu. 10 kilo verdim.
Biraz gerilere, 1950’lere gidelim. Doğup büyüdüğünüz İznik bugünden bakınca ne ifade ediyor sizin için?
Hayatımın çok önemli mekânıdır İznik. 1950’li yıllarda surların içinde küçük bir kasabaydı. Toprağa bağlı eski bir Osmanlı ailesiydik.
Nasıl bir dünya görüşü vardı ailenizin?
Halk Partililerdi (CHP). Ama dinî değerlere son derece saygılılardı. Evde hatimler indirilir, mukabeleler okunur, topluca teravih namazlarına gidilirdi.
27 Mayıs 1960 günü nasıl bir tablo vardı evinizde?
Çok üzüldük ailecek. Daha sonra öğrendim aslında babam da Demokrat Parti’ye (DP) oy vermiş. Niçin DP’ye oy verdiğini sorunca bana, ‘Oğlum sen ne diyorsun, biz eskiden eşek sırtında bir günde Bursa’ya gidemezdik. DP’yle birlikte yollar yapıldı, yokluk ortadan kalktı…’ demişti. Şimdi bunu duyanlar, ‘Halil’in soyu bozukmuş!’ diyecek. (Gülüyor)
Menderes’in asıldığı gün peki?
Evde bir ölüm sessizliği vardı. Kimsenin ağzını bıçak açmadı günlerce.
Bursa’dan okumak için Ankara Mülkiye’ye gidiyorsunuz. Okuldaki ortam sizi nasıl etkiledi?
1966-67’de fikir kulüpleri kurulmuştu. Bursa’da tiyatro ile uğraştığım için sol düşünceye eğilimliydim. Gençler kendini sol ideolojinin içinde buluyordu. Aslında bugünden bakınca o dönemin sol söylemleri çok milliyetçi ve Mustafa Kemal’le harmanlanmıştı. Biz de halkı kurtarmaya kalkmıştık. ‘Halkı kurtarmak’ aynı zamanda tehlikeli bir şeydir. Halk size sırtını dönerse, ‘Bunlar adam olmaz’ dersiniz, halkı, ‘göbeğini kaşıyan adam’ olarak görürsünüz. AK Parti’ye oy verenleri cahil olarak değerlendirir, ‘Bunların oyu geçersiz sayılmalı.’ dersiniz!
68 öğrenci hareketlerinin Türkiye’de şiddete evrilmesinin sebebi neydi?
Öğrenci hareketleri hemen fraksiyon meselelerine dönüştü Türkiye’de. İşin içine şiddet ve silah karıştı. Dışarıdan bir senaryonun geldiği belliydi. Bir de, ‘Biz solcuyuz. Solculuk ayrıcalıktır. Tek doğruyu biz söyleriz. Bunun dışındakiler gericidir, faşisttir ve ihanet içindedir’ gibi bir anlayış vardı. Böyle bir anlayışın sağlıklı olduğunu düşünebilir misiniz? Bunları söyledim diye bana yapmadıklarını bırakmadılar. Dört sloganla hayatın açıklanışının bir tutsaklık olduğunu anladım. Bu bir esarettir, tutsaklıktır. Her gün bir şeyler öğreniyorum. Aklı başında arkadaşlarım, ‘Ah ah göreceksin bak bunlar neler yapacak bize.’ diyor. Ben de onlara, ‘Allah aşkına ne yaptı size AK Parti?’ diye soruyorum.
Siz çok dolmuşsunuz…
Evet, çünkü yaşadıklarımdan hoşlanmıyorum. Sağlıklı bir tartışma süreci yok. Kör dövüşü yapıyoruz.
O dönem kimler vardı arkadaşlarınız arasında?
1972’de hapishaneye girene kadar Ankara’daydım ve o dönemin sembol isimlerinin hepsi arkadaşımdı. Mahir Çayan ile çok yakındık mesela.
İllegal bir alana kaydınız mı hiç?
İllegal alan Parti-Cephe buluşmasıydı. Tiyatroda bir hücre yapılanması kurmakla görevlendirilmiştim.
O dönemin parti-cephesinin DHKP-C gibi bir örgüte dönüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok şaşırtıcı maalesef…
Doğu Perinçek ne ifade ediyor sizin için?
Perinçek hakkında ne diyebilirim ki? Onlara sosyalist diyemiyorum. Faşizanlar. Türkiye’de bir sürü solcunun milli meselelerde faşizan olduklarını yakaladık. Kimlerle nasıl berabermişiz diye sordum kendime.
İsminizin sürekli Yılmaz Güney’le anılmasından rahatsızlık duyuyor musunuz?
Benim için ilerici bir sinemacıdır Yılmaz Güney. Bugün bile geçilememiştir. Beni hep ona benzetirlerdi ama ben İstanbul sineması içinde olmak istemedim uzun bir süre. Babam hep, ‘Gel seni buradan evlendirelim. Buraya yerleş.’ derdi. Keşke onu dinleseydim. Çünkü çok yoruldum. Kirlenmelerim de vardır belki. Çok kahır çektik maddî manevî. Keşke daha yalın bir hayatım, torunlarım olsaydı.
Türk sineması uzun yıllar dinî değerlere karşı hep mesafeyle yaklaştı. İmamlar, ‘kurnaz köylü’ rollerindeydi hep. Bu düşünce nasıl sirayet etti sinemaya?
Hepimiz Cumhuriyet tedrisatından geçtik. ‘Hacı-hoca takımı’ diyerek aşağılanan bir kesim oluşturuldu. Bunu Cumhuriyet romanlarında da görebilirsiniz. Vurun Kahpeye mesela… Sinemada hocalar gericiydi hep. O gün, bu filmleri izleyen insanlar bunları olağan saydı ama filmler toplumun vicdanını çok derinden etkiledi. Çünkü Müslüman bir toplumuz. Sen dindar olmayabilirsin, ateist olabilirsin ama bu toplumun inandığı bir İslamiyet var, camisi var, Kur’an’ı var… Siz bunları hor görürseniz toplumun yaratıcı damarlarını da kesmiş olursunuz. Bu, devlet eliyle yapıldı. Topluma bir gömlek giydirilmeye çalışıldı. Bu beni çok rahatsız etti. En keskin solcu olduğum dönemlerde bile dine karşı önyargı beslemedim hiç. Bayram namazına seccadeyi kaparak gitmenin ne olduğunu sadece ben bilirim. (Bu esnada boğazı düğümleniyor, konuşamıyor ve ağlıyor) ‘Sahibini Arayan Madalya’ filminde oynadığım için bana nasıl saldırdılar bir bilseniz… Bir aktöre kim karışabilir? Bu ne biçim iştir.
Muhafazakâr kesimin sinema ve tiyatro alanında yeterince yol alamamasında da solun blokajı etkili oldu mu?
Sanat biraz da muhalif bir şeydir ama...
Ama bu muhalefet hep dine karşı olmak zorunda mı?
Mesela Başbakan’ı çok sevdiğimi herkes bilir. Yalnız onun Muhteşem Yüzyıl çıkışını doğru bulmadım. Sanat, özgürlük ister. Her şeyi tartışabilmelisin ülkede. Bir de bu ülkede solculuğun ve Kemalistliğin de muhafazakârı var. Bunlar da sanatın özgürlükçü yanına ters değil mi?
Eski dostlarımın yaptıkları midemi bulandırıyor
‘Solcular iyi tiyatro ve sinema yapar’ algısı nasıl yerleşti zihinlere?
Evet, böyle bir tekelleşme oldu. Solcular suyun başını tutmasını iyi bildi. Mitinge katılan, ilerici devrimci tiyatrocu oluyordu. Mesela sen aydınlanma sürecine girdiğini söylüyorsun, Balzac’tan Tolstoy’dan okumalar yapıyorsun ama bu topraklarda neredeyse bin yıldan fazladır hüküm sürmüş bir uygarlığın kütüphanesinden bîhabersin. Bu şekilde nasıl bir aydınlanma yaşayacaksın? Ben bir imparatorluk çocuğuyum kardeşim. Mustafa Kemal bir Osmanlı paşasıdır. Mustafa Kemal’i seviyorum ama eleştirilerimi de ortaya koyuyorum. Neden eleştirmeyeceğim?
1980’li yıllardaki politik tavrınız bugün gözden uzak kalmak isteyen apolitik bir hale büründü...
Kolay olmadığını fark ettim. Vücudum izin vermedi. 12 yıl boyunca vahşi bir şekilde televizyon dizisi yaptım. Apolitik değilim. Her gün 6-7 farklı gazeteyi didik didik okuyorum. Son 10 yılda karşılıklı akitler ve saflar bozuldu.
Kim bozdu bu akitleri? AK Parti mi?
AK Parti bir sonuç. Çünkü dünya değişiyor. Solculuk aidiyetine bağlı kalmaktan kendimi kurtardım. Hayata daha geniş bakabiliyorum. Gerçekten dünyayı değiştirecek bir şeyin altına imza atarım artık. Eskiden, bizimkilerin organizasyonu deyip altına imza atıyordum. Her başkaldırının arkasında olamam. Bir de küstüm tabii. Ömrümü verdiğim bir dava sonrasında ‘evet’ dediğim için aforoz edildim. Hakaret ettiler. Midem bulandı bunlardan. Başka türlü düşünüyorum diye beni yok mu edeceksiniz? Bu faşizm değil mi? Bir de suçlu oldum para kazandığım için. Hiçbir zaman yoksul olmadım zaten. Benim para kazanmamı hiç affetmediler. Bunlar beni çok kırdı. Birdenbire yalnız kaldığımı hissettim. Bir kere bile bir arkadaşım beni aldığım ödüller için aramadı.
28 Şubat’ta at gözlüğünü çıkardım
AK Parti’ye oy verdiğinizi açıkladığınızda çok tartışılmıştınız. Neydi sizi AK Parti’ye oy verdiren?
28 Şubat’ta artık isyan etmeye başlamış ve at gözlüğünü çıkarmıştım. AK Parti’nin başarısı benim çok ilgimi çekti. Mesela Erdoğan’ın Çingenelerle ilgili konuşmasında ağladım.
Bugün seçim olsa yine AK Parti’ye oy verir misiniz?
AK Parti’nin takdir ettiğim yönleri de var, eleştirdiğim yönleri de. Tabii seçim günü gelince tavrım ne olur bilemem.
Sol, ülkede demokrasi adına yapılan reformları sağ bir partiden geldiği için mi kabullenmek istemiyor?
Tabii ki. AK Parti yöneticilerinin dindar olması da büyük bir etken. Ruj ve rakı meselelerinde mesela bunları sol bir parti yapsa bu kadar karşı çıkarlar mı?
İstatistikler içki satışlarının arttığını gösteriyor ama…
İnsanlar para kazanınca daha fazla içerler, bu çok normal.
Bir barış süreci karnesi hazırlasanız hangi partiye kaç oy verirsiniz?
CHP ile MHP’ye sıfır, AK Parti ile BDP’ye 8 verirdim.
CHP’nin tavrını nasıl buluyorsunuz?
CHP siyasî hesap yapıyor.
Zihninizdeki çözüm nedir Kürt meselesi adına?
Halk kendi karar vermeli nasıl birlikte yaşayacaklarına. Yerine koyma zamanıdır şimdi. Şaşkına dönüyorum muhalefet partilerinin vatan-millet-Sakarya tavırlarını izlerken.
Söz konusu ülke meseleleri olduğunda bir sanatçının durduğu yer neresi olması gerekir?
Bir sanatçı her yürüyüşe katılır, her şeyin altına imza atarsa bu muhalefet olmaz.
Peki siyaseti, sanatının önüne geçerse?
Mesela ben Fazıl Say’ı ciddiye almıyorum. Fazıl Say, halkın değerlerini aşağılıyor. Nereden taktıysa buna bilmiyorum ama halkın sizi sezgilerinde cezalandırması daha da tehlikeli.
Teşvikiye’yi istemiyorum, sevenim varsa İznik’e gelir
Başbakan’ın ‘milli içkimiz ayran’ çıkışını nasıl değerlendirdiniz?
Ben milli içkimizi kımız olarak biliyordum! (Gülüyor)
Yemek yapmayı çok seviyorsunuz. Hangi yemekler gelir elinizden?
Karnıyarığı, kuru fasulyeyi çok iyi yaparım. Kilolar da oradan geliyor. Annemden öğrendim yemek yapmayı.
İznik’teki akrabalarınızın da yükü sizin sırtınızda sanırım.
12 yeğenim var. Onlar benim için çok mühim.
Beyoğlu Belediye Başkanı adayı olmuştunuz iki kez...
Beni ikna etmek için bir otobüs dolusu adam geldi İznik’e. Verilmiş sadakam varmış, iyi ki belediye başkanı seçilmemişim! Ya beni vururlardı ya istifa ettirirlerdi!
Televizyonlarda çok sayıda dizi var. Nicelik, niteliğin önüne geçti bir bakıma. Bu durum ne kaybettirir sektöre?
Çok paragöz olundu. Ya tutarsa mantığıyla dizi yapılmaz, kalite düşüyor. Bu hızla gitmez. Birbirine benzeyen yüzler ve hikâyelerle halkı kısa bir süre sonra bıktıracaklar.
Dostlarınızın birer birer ölmesi nasıl etkiliyor sizi?
Artık tevekkül içindeyim. İhtiraslarımı engelliyorum. Bu dünyaya ait değiliz çünkü.
Bir vasiyetiniz var mı?
İstanbul’da ölürsem bana tören yapmayın, alkışlamayın, memlekete götürün. Teşvikiye’yi istemiyorum. Sevenim varsa İznik’e gelir…
Oyuncu Halil Ergün (sol başta) ailesiyle birlikte.
İznik’te hayvancılık yaptığı dönemde yeğeni ve babası ile.
Zafer Arıkan yönetmenliğindeki Yolda filminin çekimlerinden (1986).
(Zaman gazetesinden alınmıştır)