Elinde bavuluyla önce Almanya’ya, ardından da Amerika’ya gitti. “Çok para kazanan dizi oyuncusu olmak için konservatuvar okumadım” diyen Atasoy’la Türk sinemasını, dizi sektörünü, Amerika’daki şirketini ve baba vasiyeti olan ‘Fadik ve Kırmızı Bavul’u konuştuk.
*Sizi Türkiye’den kaçıran ne oldu?
Önce, Berlin’deki göçmen kadınlarımıza gönüllü eğitmenlik için 6 aylığına Türkiye’den ayrıldım. O sırada da ‘Madem yola çıkıyorum, tam çıkayım’ deyip, eşyalarımı ihtiyacı olanlara bağışladım. Tek bir bavulla Berlin’e gittim. Vakıfta çalışmaya başladım.
*Bu ani kararınıza ne neden oldu?
Burada iki dizide rol alıyorum. Kariyerimin en yüksek noktasındayım. O sırada hayatımı gözden geçirdim. Çok garantici, sürekli aynı şeyi tekrarlayan bir insan olarak gördüm kendimi. Bu kendi açımdan verdiğim felsefik bir karardı. Artık bir şeyleri kırıp, değiştirmek istedim hayatımda. Sürekli dizi yaptığım için kendimi tekrarlıyordum. Tüketimim, üretimimin önüne geçmişti. Hayatı ıskaladığımı fark etmeye başladım. Ne veriyorum ben insanlara dedim. Kendim için, kendimi iyi hissetmek için Berlin’e gidip gönüllü eğitmenlik yapmak benim için doğru bir tercihti.
*Amerika’da bir yapım şirketi kurarak ticarete de adım attınız…
Red Case Entertainment’ı kurdum. İlk olarak Amerika’nın en büyük ikinci moda haftası Los Angeles Moda Haftası’na ait bir moda platformu oluşturuyoruz. Bu sene Türk modacı Özgür Masur’a götürüyoruz. Her sene devam edecek. Los Angeles’ta artık İstanbul’a ait bir tekstil, moda platformumuz var.
*Prodüktörlük yapacak mısınız?
Kesinlikle düşünmüyorum. Benim şirketimin yapacağı işler çok belli. Artık sinema sektörü tekstille birleşti. Ürünlerin hikayelendirildiği sinema filmleri geliyor. Bu moda filmleri festivallere dönüştü. Dünyada ünlü firmalar artık prestijlerini çektikleri moda filmleriyle yaratıyorlar. Bunlar ödül alıyor. İş artık çok değişti. Biz bunu Türkiye’yle bağlantılı olarak ilk yapan şirketiz.
KENDİMİ TEKRARLAMAK İSTEMEDİM
*Türkiye’de dizilerde oynamayı düşünüyor musunuz?
Teklif geliyor ancak kabul etmiyorum.
*Bir sezonda küçük bir servet kazanabilirsiniz…
Bu bir tercih meselesi. Benim tercihim çok para kazanan bir dizi oyuncusu olmak değil. Bunun için girmedim konservatuvara… Benim ana sebebim kendimi nasıl geliştirebilirim ve daha ne öğrenebilirim. Kendini tekrarlayan bir sektörün içinde benim öğrenebileceğim bir şey kalmadı. O kadar mutluyum ki… Çok iyi yönetmenlerle çalıştım, birçok festivalde ödül verdim.Sadece bir sinema oyuncusu olarak kalmadım. Bir sosyal figür oldum. Anadolu’nun birçok yerini gezip çocuklara kitap okudum. Türkiye’de bir oyuncu olarak üzerime düşen sorumluluğu gerçekleştirdiğime inanıyorum. Bunun daha ötesi bir dizide kalıp para kazanmak olurdu. Ailemin beni yetiştirme cümlesi ‘gir bir diziye para kazan’ değildi.
*O zaman anne ve babasının izinden giden bir evlatsınız.
Evet ben bunu yaşıyorum ama diğerlerini de kınamıyorum. Çünkü bu bir tercih meselesidir. Çünkü bir gerçek var. İnsanlar geçim derdinde… Arkadaşlarımız o kadar yoruluyor ki o setlerde. Bu sendikalaşma meselesi çok önemli. Bu konuda çok yavaş adımlar atılıyor. Dizi oyuncularının aldığı ücretlere astronomik diyorlar ancak 48 saat uykusuz çalışan ve hiçbir sigortası olmayan bu insanların aldığı rakamlar hak edilmiş rakamlar bana göre.
*Sektörde usta oyuncu Sönmez Atasoy’un kızı olmanın avantajlarını yaşadınız mı?
Sektöre girdiğimde kimse benim Sönmez Atasoy’un kızı olduğumu bilmiyordu. Babam o sırada tiyatro yapıyordu. Birinin kızı olarak girmedim. Ben tanınmaya başladıktan sonra Sönmez Atasoy’un kızı olduğumu fark ettiler.
Kelebeğin Rüyası Türk sinemasının önünü açtı
*Son yıllarda Türk dizileri Ortadoğu ve Avrupa’da çok ilgi görmeye başladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok pozitif bir şey. Dünyaya Türkiye’de böyle bir iş yapıldığının sinyalleri verilmeye başlandı. Bunu bizim bir an önce sinema sektörüne çevirmemiz lazım.
*Kelebeğin Rüyası büyük bir adım attı ve Oscar adayı olabilmek için Amerika’da aylarca çalıştılar…
Onların bu çalışması bizim önümüzü çok açtı. Belçim çok güzel bir iş başardı. Çok emek verdi ve çok doğru bir tanıtım yaptılar. İtalyanlar’ın filmini izlemeye gittiğimde ‘sizin filminiz de yarışıyormuş’ dediler. Eskiden bizim filmimizin yarıştığı bile bilinmezdi. Demek ki Türkiye’nin sinema alanında hareketlendiğini artık insanlar biliyor.
*Kelebeğin Rüyası neden Oscar’a aday olamadı sizce?
Biz sarmayı çok iyi yapıyoruz ancak onu Amerikalı’ya sunarken onun yiyebileceği bir tabakta ve lezzette sunmamız lazım. Bir filmin evrensel olabilmesi için bir de oranın bakış açısından bakmak gerekiyor. Yoksa kendi içerisinde dört dörtlük bir film. Türk sinemasının önü çok açık bana göre.
Gülmeye ihtiyacımız var
*Türk sinemasının 100 yıllık tarihine bakınca, en çok izlenen 10 filmden 7’si komedi filmi… Düğün Dernek rekor kırdı, Recep İvedik hem çok eleştiriliyor hem de rekora gidiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk insanının gülmeye, kahkaha atmaya ihtiyacı var demek ki… Gülmek zihni de berraklaştırıyor. Bizim şu anda zaten aklı selim ve berrak zihinlerle karar vermemiz lazım. O nedenle gitsinler, gülsünler… Arkadaşlarımın da ellerine sağlık. Güldürmeye devam etsinler.
Gümbür gümbür yeni bir nesil geliyor
*Ülkemizde son aylarda yaşanan siyasi gelişmeler sizi nasıl etkiledi? Binlerce kilometre uzakta tedirginlik yaşadınız mı?
Benim kendi ülke insanıma güvenim sonsuz. Bu ülke daima çeşitli politik reaksiyonlar yaşadı. Çatışmalar, sürtünmeler yaşadı. Eninde sonunda biz aydınlığa çıkacağız. Gümbür gümbür bir nesil geliyor. Herkes her şeyin çok fakında. Ancak önyargıları kırmamız lazım. Herkes birbirine karşı önyargılı. Bu ülkenin bu kadar bölünmemesi lazım. Üslubu biraz değiştirmek lazım. Yeni gelen nesle örnek bir üslup yaratılması gerekiyor. Fikrimiz uyuşmayabilir. Benim her ideolojiden arkadaşım var. Hiçbirini diğerinden ayırmıyorum. Çünkü önemli olan insandır. Biz birbirimizi dinlemeyi becerebilirsek eğer o zaman bütün bu sürtüşmeler bitecek. En büyük sorunumuz iletişim. Dinlemeyi bilmemiz lazım.
*Yol hikayelerinizi mi yazdınız?
Herkes bunu bir gezi kitabı sanıyor ama bu bir kurgu roman. Benim seyahatlerimden ilham alındı ama aslında bir sinema eleştirmeninin hikayesi. En önemli özelliği de kitaptaki kızın adı yok. Her okuyan kendi adını koysun istedim. Yazarken çok zorlandım ama güzel oldu. Sadece kapağa kendi adımı koydum. Aldığım tepkiler de çok güzel.
Kitabım babamın vasiyeti
*Oyunculuk ve girişimciliğin yanına bir de yazarlığı eklediniz. İlk kitabınız Fadik ve Kırmızı Bavul nasıl çıktı ortaya?
Kitabın çıkış hikayesi çok ilginç gerçekten. Benim bu seyahatlerim sırasında bavulum kayboldu 10 gün boyunca. Singapur’a gitmiş. İskoçya’da soğuğun ortasında kaldım bavulsuz. Bunu Twitter’dan paylaştım. Ancak sanki bavul benim yoldaşımmış, arkadaşımmış gibi bir durum oldu. Bu durum bana çok esprili geldi. Not almaya başladım. Binlerce not oldu elimde. Bunları babamla paylaştım, bana ‘Bunu internette harcama çok güzel bir hikaye… Kitap olarak yaz’ dedi. Birkaç hafta sonra da babam vefat etti. Ben de bunu bir vasiyet olarak algıladım. Amerika’ya döndüğümde de uzun bir süre kitaba yoğunlaştım. 4 sene not tuttum, 2 sene de üzerinde çalıştım. Toplam 6 senede ortaya çıktı.
Evimde 6 yıldır televizyon yok
*Türkiye’de izlediğiniz herhangi bir dizi var mı?
6 yıldır televizyon izlemiyorum. Çünkü Amerika’daki evimde televizyon yok. O nedenle hiçbir diziyi takip etmiyorum.
*Neden?
6 yıl önce böyle bir karar aldım. Bilginin bana verildiği biçimiyle değil, bilginin benim arayıp bulacağım biçimde ulaşmasını tercih ediyorum. Haberi internetten takip ediyorum. Bir de arada annemin dizisine bakıp nasıl göründüğünü takip ediyorum.