İnsan-hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji, insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır.
Psikolog, insan ve hayvan davranışlarının yapı ve süreçlerini, gözlem ve deney gibi bilimsel yöntemleri kullanarak inceleyen, davranış bozukluklarının ve gelişim sorunlarının teşhis ve tedavisi yönünde faaliyetlerde bulunan kişidir. Terapi ise, her hastanın kendisine göre özel olarak yaklaşılan ve eklektik metod kullanılarak ilerleyen bir süreçtir.
Tıbbın uzmanlık dallarından biri olan psikiyatri, ruhsal bozuklukların incelenmesini ve tedavisini konu alır. Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde ise; hastalıkların özelliklerine göre farklı yöntemler uygulanır.
Psikiyatrik hastalık ise, sadece bir psikologun terapisinin yeterli olamayacağı bir psikiyatristin belirttiği ilaçlar ile birlikte tedavi edilebilecek olan hastalıklardır. Bu hastalıklar genelde çok eksenlidir ve oluş süreçleri bir çok sebebe dayanır. Örneğin; bir şizofreni hastalığı ailesinden aldığı genetik yapı ve ortamın verdiği depresif durumun hazır bulunuşluğuyla kırılma yaşayarak oluşabilir. Bu hastalar ilaçla tedavi edilmeli ve bir psikolog etiklik ilkelerinin dahilinde bu hastayı bir psikiyatriste sevk etmelidir. Örneğin; bir yeme bozukluğu olan, halk dilindeki manken hastalığına sahip anoreksiya hastasının algıdaki bozulmalarından dolayı hem ilaç almalı, hem de normal sosyal yaşamına ve ideal fiziğine dönüp mutlu olabilmek ve şemalardaki değişimi gerçekleştirebilmek için bir psikologdan terapi almalıdır.
Psikiyatrist ve psikolog arasında çok fark vardır. Psikiyatrist hastaya ilaçla yaklaşım yaparak onun ihtiyacı olan ilacı karşılayan ve hastanın fizyolojik, biyolojik ve nörolojik durumlarını düzeltme yönünde ilerleyen bir doktordur. Psikolog ise; hastaya hastanın duygusu, düşüncesi davranışları, sosyal yaşantısı, ekonomik durumu, cinsiyeti, aile yaşantısı, dini yapısı ve bir çok insanı ilgilendiren durumları göz önüne alarak onu objektif olarak dinleyip, hayatının daha kaliteli olması için kişiye kendini tanıtan ve doğru sorular soran bir uzmandır. İki alan da insanla uğraşsa da bu iki alan birbirinin işini yapamamakta ve birbirlerine ihtiyaç duymaktadır.
Yukarıda da belirttiğim gibi patalojik anlamda çeşitli sorunları olan psikiyatrik hastalar ilk iletişim düzeyinde, sorunların algılanması ve çözüm önerilerinin üretilmesi bağlamında sistematik olarak ilk önce psikolog gözetimine gitmesi ve tıbbi bakımdan tedavi gerektiren durumlarda ise psikologunda yönlendirmesi ile psikiyatriste gitmesi gerekmektedir. Ne yazık ki gelişmiş ülkelerde var olan bu sistem ülkemizde tersine işlemekte bu durumda psikiyatrik ilaç kullanımı konusunda ilk sıralarda olmamızı sağlamaktadır. Çünkü; depresyon hastası da dahil terapiyle düzelebilecek, gündelik olaylar vb durumlardan kaynaklı hastalara ilaç verilmektedir. Bu da kişinin var olan problemlerle yüzleşememesine ve sorunu ertelemeye sebep olmaktadır.
Bu durumu şuna benzetebiliriz. Örneğin bir tencerede su vardır ve ocağın üzerinde kaynamaktadır. Bu tencerenin bedenimiz, suyun ise ruhumuz olduğunu düşünürsek, kaynayan ruha engel olmak için ne yapmamız gerekir? Üzerine biraz daha su ekleyebilir, buz atabiliriz. Ancak bunlar geçici çözüm olacaktır ve yeniden kaynaması kaçınılmazdır. Ancak ocağın altını kapatırsak su kaynamayı bırakacak hatta zamanla da soğuyacaktır. Bu örnekteki gibi de buzlar ilaç iken terapi ocağı kapama davranışıdır.
Türkiyedeki gibi kişi psikiyatriste doğrudan gittiğinde ve kişinin durumu psikiyatrik bir vakadan ziyade psikolojik bir vaka ise psikoloğa gönderilerek terapiye yönlendirilmesi gerekmektedir. Ancak; hem yaptığım gözlemler, hem de literatürlerden de anlaşılacağı gibi psikiyatriste gelen hasta ne kadar biriyle konuşmaya ihtiyacı olsa ve bunu doktoruna dile getirse de psikiyatrist ilacın işe yarar bir şey olduğunu söyleyip hastayı psikologa sevk etmeden göndermektedirler. Psikiyatristlerin savundukları şey ise; terapi eğitimlerini kendilerinin de alabilecekleridir. Ancak; her ne kadar terapi eğitimi alsalar da ilaçlı tedavi yaparak hastayı dinlemeden göndermektedirler. İki farklı dalları olan ancak, halk tarafından gereğinin ve farklılığının tam olarak anlaşılamadığı bu iki meslek grubundaki insanlar birbirleriyle ortak bir şekilde ilerlemeleri gerekirken olay farklı bir branş, farklı bir saha ve eğitim süresinin farklılığı nedeniyle, hastanın kendisine daha çok ihtiyaç duyduğunu ve diğer mesleğin işe yaramadığını savunarak hastaları göndermemektedir. Hatta hastalar için olumsuz olan bu durumu hiç göz önüne almayarak ya mesaisini bitirmeye ya da duygusal ve egosantrik düşünebilmektedir.
Özellikle ülkemizde psikolojik rahatsızlığı olan insanların kendilerinin veya çevrelerinin tedavi görmesi gerektiğinin bilincinin olmaması, psikolog veya psikiyatriste gitme durumunda “deli damgası yiyebilirim.” önyargısı nedeniyle tedavi yollarına gidilmemesi sebebiyle belki sadece bir terapi çalışması ile kişinin düzelmesi söz konusu iken, bu ön yargı ve kabullenmeyiş rahatsızlıkların ileri boyutlara varması ve tam bir psikiyatrik vaka haline gelmesine sebep olmaktadır. Günümüzün farklı sosyal gerçekleri çerçevesinde, artan bir şiddet, çılgınca davranış ve anomiye doğru giden sosyal bir yapı görüntüsüne; belirtmiş olduğumuz ön yargı ve kabullenmeyişin de etkisi olabilmektedir.
Şayet sosyal bir anomiyi yaşamak istemiyorsak belirttiğimiz ön yargı ve kabullenmeyişi kırarak psikolog ve psikiyatriste müracaatı sağlamanın yanı sıra psikolog ve psikiyatristlerdeki var olan iletişim engellerinin de çözümlenmesini gerektirmektedir. Özellikle bu meslek gruplarının danışan odaklı iletişim bilgisine sahip olarak, bu bilginin içselleştirilerek davranış haline dönüştürülmesini zorunlu kılmaktadır.
Psikolog veya psikiyatriste gelen her hastanın bir insan olduğu, toplumdaki her insanın toplum için önemli fonksiyonlar icra ettiği “kelebek etkisi” misali toplumu olumlu veya olumsuz etkileyebileceği inancıyla “kişiyi yaşat ki devlet yaşasın” ilkesinden de hareketle ilk karşılama aşamasından, uğurlanıncaya kadar iletişim engelleri teşkil edecek davranışlarda bulunmamak gerekmektedir.
Hasta ile ilk karşılandığında tebessüm ve güler yüzlü olarak, sevgi ve şefkat hissettiren ses tonuyla, tokalaşarak ve ya göz göze gelerek buyur edilmelidir. Çok resmi söylem, ciddi ve sert yaklaşım daha ilk anda hastayı ön yargılara sevk edebilmektedir. Bu durum terapinin düzgün ilerleyememesine, sonlanmasına sebep olacağı gibi, danışanın çok büyük bir cesaret göstererek gelmesinden ötürü genelleme yaparak bir daha psikoloğa veya psikiyatriste dahi gitmeme kararı almasına sebep olabilir. Bu nedenle toplumsal ve kişisel var olan “ atomu parçalamaktan daha zor olan önyargıları” parçalamaya girişmenin ön hareketleri, sıcak ilgi ve alakadır.
Gary Chapman’ ın “beş sevgi dili”nde de ifade etmiş olduğu nitelikli beraberlik, psikolog ve psikiyatristler için hastalara yönelik önemli bir sevgi dili olacaktır. Nitelikli beraberlik; karşıdaki kişiye özel bir zaman dilimi ayırarak göz göze gelerek iletişimde bulunma halidir. Dolayısıyla bu meslek gruplarında ki kişiler hastanın özel alanı içerisin de bulunarak özel zaman ayırarak, göz göze gelerek, samimi, dürüst, sevgi ve şefkat yoğunluklu etkin dinleyici tavırlarla yaklaşımda bulunmalıdır. Tam aksine soğuk ve resmi olup, kolların göğüs üzerinde bağlanması, göz göze gelinmemesi, samimiyetten uzak bir biçimde bir an önce olayın adını koyma ve ilaç yazma telaşı, hastaların kendisini önemsiz ve değersiz olduğu, ha bir sandalye ha bir masa halinde bulunduğu izlenimini uyandıracaktır. Oysa onlar bir nesne değil, tam tersi en zor zamanında, en hassas ve savunmasız anlarında bizlere güvenip gelmiş insanlardır.
Hastanın özel alanındaki bu iletişiminde yeri geldiğinde uygun şekilde bir fiziksel temas kullanılabilirken bu temas konusunda ince düşünülmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken hatanın platonik sevgi ve aşk boyutuna girmesini sağlayacak davranışlarda bulunmamak ve bu tarzda algılanmasını sağlamamaktır.
Sonuç olarak; modernizmin insana yaklaşımında sadece aklı hedef alması yeterli olamadığından, postmodernizm aklın yanı sıra insanın tüm duygularının da göz önüne alınmasını ve irdelenmesini ifade ettiği gibi psikolog ve psikiyatristler de insanın bir masa, bir hayvan, bir makine olmadığını, çok yönlü ve gelişmiş bir varlık olan insan olduğundan hareketle insana ve insanlığa yakışır empatik duygu ve düşüncelerle iletişimde bulunmak, hastaların büyük oranda iyileşmesini, her hastanın kendi öz güveninin gelişmesini ve dünyaya bakış açısını olumlu yönde değiştirmesini sağlayacaktır .