CHP, 'Kürt sorunu denklemi'ne 'aktif aktör' olarak girmedikçe, sorunun 'çözüm süreci' de zorlaşacak ve gecikecek
Önceki gün Milliyet’te Derya Sazak ilk kez yazdı. Milliyet’in dünkü sayısında Hasan Cemal’e ona gönderme yaparak değindi ve bir grup CHP’li ile bir grup ‘aydın’ın ‘CHP’nin Kürt sorunu konusunda ne yapması gerektiği’ konulu toplantı basına ve dolayısıyla kamuoyuna yansımış oldu.
Taraf gazetesinde Kurtuluş Tayız, daha da öteye geçti ve ‘Yeni Oslo sürecini CHP mi başlatacak’ başlıklı yazısıyla toplantının içeriğine girdi. Ne var ki ortaya atılan soru, toplantının içeriğini doğru biçimde yansıtmıyordu.
Önce kamuoyu ya da okurların ‘kimler?’ merakını giderelim. Katılımcıların isimlerinde medyaya yansıyan bilgide bir yanlışlık yok. CHP’den genel başkan yardımcısı, MKYK üyesi sıfatı, milletvekili, il başkanı gibi ‘yetki’ sıfatları taşıyanlar yer aldı. Sezgin Tanrıkulu, Gülseren Onanç, Rıza Türmen, Alaettin Yüksel, Burhan Şenatalay ve partinin İstanbul il başkanı.
Onların ismen davetlisi olarak katılanlar ise benden gayri Mithat Sancar, Turgut Tarhanlı, Bekir Ağırdır, Osman Kavala, Oral Çalışlar, Fuat Keyman ve Altan Öymen.
Toplantının, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bilgisi altında yapıldığı toplantının başında bizlere bildirildi.
Şu kadarını söylemeliyim: Benim son aylar içinde ‘Kürt sorunu’ konulu toplantılar içinde en ufuk açıcı, en verimli olanların başında geliyordu. Her söz alan, CHP’nin konuyla yani Kürt sorunu ile yakından ilgilenmesi gerektiğine ilişkin görüşlerini açık yüreklilikle hiçbir ‘otosansür’e tabi tutmadan söyledi.
CHP’li heyet son derece dikkat ve ilgiyle dinledi. Gerçek anlamında dürüst ve gelecek için umut saçan bir ‘zihin egzersizi’ oldu. Umalım ki, CHP çevresi bu çalışmaya devam etsin, Türkiye’nin ‘entelektüel birikimi’yle ana muhalefet partisi arasında köprüler kurulsun. Çünkü, herkes farkında ki CHP, ‘Kürt sorunu denklemi’ne bir ‘aktif aktör’ olarak girmedikçe, sorunun çözümü de hatta onun öncesinde ‘çözüm süreci’ne girilmesi de zorlaşacak ve gecikecek.
Geçen cuma günü gerçekleşen toplantının en dikkat çekici yönlerinden biri soruna eğilirken ve siyaset belirlemeye çalışılırken sadece ‘ilkesel’ değil aynı ölçüde ‘gerçekçi’ olunması gerektiğine dair yapılan vurgulardı. Gelgelelim, toplantıda ne konuşulduğuna ilişkin basında yer alan bilgilerin ‘gerçekçilik’ bir yana, ‘gerçekler’le pek az ilişkisi vardı.
Örneğin, ‘Habur ve Oslo süreçlerinde hükümetin yaptığı hatalar masaya yatırılmış’… Hayır, Habur ve Oslo süreçlerinde hükümetin yaptığı hatalar masaya yatırılmadı. Habur ve Oslo’dan söz edildi ama ‘hükümetin yaptığı hataların masaya yatırılması’ bağlamında değil.
Habur’un niçin hayal kırıklığıyla sonuçlandığı üzerinde duruldu ve hükümetin, aslında, Habur’daki tıkanıklığın faturasını, MHP’den ziyade o dönem CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın katı tutumuna ve başlattığı polemiğe bağladığını; dolayısıyla ‘o CHP’den bu CHP’ye gelinmiş olması’nın çok olumlu bir gelişme olduğu üzerinde duruldu.
Kürt sorununa ilişkin yol alınmasında, ne kadar aksi görüntüler verse, aksi kanaatler yaysa da hükümetin CHP’nin tutumu konusunda ‘çok duyarlı’ olduğu belirtildi.
Habur kısmı bunun ötesinde konuşulmadı.
“PKK’yla devlet arasında Oslo’da yapılan görüşmelerin başarısızlığa uğraması, toplantıda, ‘siyasi aktörlerin zayıflığı’na bağlanmış”...
Hayır. Böyle bir konuşma olmadı. Oslo görüşmelerinin başarısızlığını hiç kimse ‘siyasi aktörlerin zayıflığı’na bağlamadı. Basına nasıl ve niçin böyle aktarıldı ve kim aktardı bilmiyorum ama bu, doğru değil.
Oslo’nun neden devam edemediği ve çöktüğü konusunda, ‘taraflar’ın yani iktidar ile PKK’nın birbirlerini suçladığı ve ‘Oslo’nun çökme gerekçesi’ olarak hangisi ne gerekçeyi öne sürüyorsa, diğer tarafın onu reddettiğinden söz edildi. Oslo hakkında çok sağlam ve iyi bilgiler bulunmadığı belirtildi.
Bu nedenle, Kürt sorunu üzerine ‘CHP-Aydınlar Toplantısı’na ilişkin yanlış bilgiler üzerine inşa edilerek ‘doğru tezler’ üretilemez. Buradan hareketle ‘Yeni Oslo süreci’ni CHP’nin başlatması diye bir şey söz konusu değil, bunun üzerinde hiç ama hiç durulmadı bile.
Yeni bir ‘görüşme süreci’ olabilir ve zaten olmalıdır da. Ancak, bu ‘yeni Oslo süreci’ olamaz.
‘Oslo süreci’, Başbakan’ın bilgisi dahilinde, devletin gizli istihbarat örgütü aracılığıyla belirli bir konjonktürde, ‘yöntem’ olarak ‘gizlice’ yürütülmüş olan bir çözüm arama çabasıydı. Sonuç vermedi.
Ama tekrar edilemeyecek olması ‘sonuç vermemiş’ olmasından ötürü değildir. Şununla ilgilidir: Nehirde iki kez yıkanılmaz ilkesi gereğince, bundan sonra çözüm arama çabası; 1) Sadece devletin istihbarat örgütü aracılığıyla, 2) ‘gizlice’ yapılamaz.
Oslo ortaya çıktıktan sonraki, mevcut konjonktürde, ana muhalefet partisi, çözüm arayışının ‘adresi’ni ‘TBMM’ yani ‘halkın seçim yoluyla serbest iradesini yansıttığı yasama organı’ olarak göstermiş durumda. Bu, çözümde zorlanan herhangi bir iktidar partisi için bulunmaz bir fırsat. Kaldı ki, soruna doğrudan taraf olan PKK ile aynı ‘siyasi hatta’ bulunduğu tartışma götürmez olan BDP de TBMM çatısı altında bulunduğuna göre, çözüm arayışının TBMM çatısı altında ‘çok yönlü’ olarak yapılması akla uygundur. Böyle bir çabanın ‘el altından’, ‘gizlice’ yürütülmesi zaten mümkün olmadığı gibi, artık öyle bir çaba ‘saydam’ olmak zorundadır.
Buna yanaşmayan iktidar partisi gibi gözüküyor. İktidar partisi, PKK’ya karşı amansız, acımasız ve uzlaşma kavramına kapalı ‘askeri-güvenlik öncelikli’ politikasının ‘mantıklı ve zorunlu’ bir parçası olarak, ‘PKK’nın siyasi uzantısı’ olarak ilan ettiği BDP’nin milletvekillerinin ‘dokunulmazlıkları’nın kaldırılmasının bayraktarlığını yaparak TBMM’yi ‘çözüm adresi’ olarak ‘dışlayıcı’ bir tavır takınmış oluyor.
Bununla birlikte, bu ‘çizgi’nin sabit ve sürdürülebilir olduğu şüpheli. Öyle olsaydı, Diyarbakır’dan yola çıkan dört sivil toplum kuruluşunun başkanlarının girişimine Başbakan’ın yakın çevresinden ‘yeşil ışık’ yakılmazdı. GÜNSİAD, Diyarbakır Barosu, İnsan Hakları Derneği ve Mazlum-Der, BDP, CHP, Ak Parti ve hükümet ile yaptıkları temaslar sonucunda aldıkları ‘sinyal’ ile harekete geçmeye karar verdiler.
İstanbul’daki ilk toplantı, ‘CHP-Aydınlar’ toplantısından birkaç saat sonra yapıldı ve cuma gecesi boyunca sürdü. GÜNSİAD Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, Diyarbakır Baro Başkanı Emin Aktar, İHD Başkanı Raci Bilici ve Mazlum-Der Başkanı Abdürrahim Ay’a ek olarak, davet edilmiş olan iki eksiği ile 11 kişi vardı. ‘Âkil adamlar’ değil. Herkes bu ismi şiddetle reddetti, zira ‘Âkil adamlar’ın işlevi, o sıfatın ifade ettiği beklenti, bu girişimin yapısı ve hedefinden çok farklı. Bu son girişimin ortaya çıkarttığı ve sayısı genişleyebilecek olan ‘heyet’in görev tanımı yapıldı, çalışma yönteminin ne olacağı konuşuldu ve ‘Diyalog ve Temas Grubu’ olarak isim belirlendi.
Amacı ve görevi gayet mütevazı: TBMM’deki partiler arasında Kürt sorununa dair siyasi tıkanıklığın aşılmasına katkıda bulunmak. Bu amaçla, sırasıyla, BDP, Ak Parti ve CHP ile görüşmek, gidişata göre görüşülecek adreslere Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nı dahil etmek.
Eğer bu ‘oyun’u PKK ile baş başa kalarak, onun ‘sahasında’, onun işine yarayacak ‘oyun kuralları’ ile sürekli ‘can ve kan kaybı’yla oynamayacaksanız, ‘oyun sahası’nı TBMM çatısı altına çekmeniz zorunludur.
Burada, yasaklamak ve kapatmak bir yana, sevseniz de sevmeseniz de BDP’yi ‘muhatap’ ve ‘çözümün tarafı’ yapmak durumundasınız.
Ayrıca, ‘ulusal uzlaşma’ için ana muhalefet partisinin, yani CHP’nin katkısına ve onayına mecbursunuz.
(Radikal gazetesinden alınmıştır)