BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide tarafından “Varılacak çözümün “AB müktesebatına değil, AB prensiplerine uyumlu olacaktır” açıklaması Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığını sürdürebilmesi ve çözümün sürekliliği bakımından son derece tehlikeli bir düşünce tarzı ve uygulamadır. Çözümün ertesi günü, Rum mülkü kullanan tüm KKTC vatandaşlarına ve Üçüncü ülke vatandaşlarına, mülkün ilk sahipleri tarafından açılacak tazminat davalarının sayısı binleri, belki de on binleri bulacaktır, eğer referanduma sunulacak Çözüm Planı “AB’nin Birincil Hukuku” olarak AB kayıtlarına geçmezse
Rum basınında çıkan haberlere istinaden AB’nin müzakerelere dahil olması, hele de arabuluculuğunun kabul edilmesinin Türk tezlerine inanılmaz zararlar vereceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
2004 yılında Rumların “hayır” dedikleri Annan Planı’nda bile olmayan, Kıbrıs Türk Devleti’nde yaşam sürdürmeyi kabul eden Rumların Kıbrıs Türk Devleti’nin Meclisine giremeyeceği kuralının değiştirildiği haberi ise uzun vadede Kıbrıs Türk halkının Federal ve yerel yönetimlerden nüfus farkı nedeni ile dışlanacağı ve asimile edilecekleri mesajını vermektedir. 2004 yılında referanduma sunulan Annan Planı’nda, “hangi eyalette ikamet ettiğine bakılmaksızın kişilerin ana dillerine uygun eyaletlerin Meclislerinde yer alabilecekleri” kuralı vardı. Kıbrıs Türk Devleti Meclisinde Rumlar yer alırsa, Kıbrıslı Türklerin haklarını kimin savunacağını gerçekten de çok merak ediyorum.
Anastasiadis’in Rum Ortodoks Kilisesi Sen Sinod Meclisinde ne söylediği pek basına yansımadı ama Piskopos ve Metropolitler tarafından coşkuyla alkışlandığı neredeyse tüm Rum gazetelerinde yer aldı. Demek ki söyledikleri pek de bizim için hayrın olan şeyler değildi. Herhalde- Rum din adamlarının duymak istediği şekli ile- “Türkiye’nin Garantörlüğü kalkacak, Türk askeri Anadolu’ya dönecek ve Türkiye’den gelip yerleşenler de geri gidecek. Bunun garantisini BM’den ve AB’den aldık demiştir” böylesi coşkulu bir alkış almak için.
2004 Annan Planı içeriğince, adada bulunan ve vatandaş olmuş Türkiye’den gelip yerleşmiş kişilerin 45 bini adada kalacak ve yeni devletin de vatandaşları olacaklardı, geri kalanlar ise “son gelen ilk gider” ilkesi ile adayı terk edecekti. Bula bula sadece 41 bin kişi bulabilmiştik o dönemde ve eğer Rumlardan “Evet” çıksaydı, geri gidecek hiç kimse olmayacaktı. Rumların 2015 yılındaki nüfusuna orantıladığımızda, Türkiye’den gelip te KKTC vatandaş olmuş KKTC vatandaşlarından adada kalacakların sayısının günümüzde 71 bin civarında olması gerekmektedir. Ben, bu sayının üstünde geri dönüş kriterlerine uyacak KKTC vatandaşı olduğunu da hiç sanmıyorum.
Beni en çok korkutan, bu sefer liderler arasında varılacak anlaşmanın referanduma yani halkın onayına sunulmaması olasılığıdır. 2004 yılında BM Genel Sekreteri Kıbrıs özel temsilcisi Desoto’dan Referandum sonrası veda ederken işittiklerim, eğer bir gün ikinci bir anlaşma zemini oluşursa referandum yapılmayacağı ve sadece halkın vekillerinden oluşan Rum Temsilciler Meclisinden ve KKTC Meclisinden onay isteneceğinin BM’nin ajandasında olduğuydu. Bir taraftaki Mecliste 56 milletvekili, diğer tarafta da 50 milletvekili bulunduğu ve toplamda 53 kişiyi “Evet” demeye ikna etmenin, toplamda her iki taraftaki seçmenlerin yüzde 50’sini oluşturan 375 bin kişiyi ikna etmekten çok daha kolay olacağı varsayımı üzerine inşa edilmiş bu düşünce…(devam edecek)