"Anne, anne” diye bağırarak uyandı çocuk uykusundan, kötü bir rüya görmüştü. Koştu annesi yanına, “yok bir şey, geçti “ dedi kulağına usulca. “Sen ölmeyeceksin değil mi anne?” dedi çocuk annesine “hiç ölmeyeceksin değil mi anne?”. Hiç düşünmeden “hayır” dedi annesi “hiç ölmeyeceğim tabii ki, hep seninle olacağım”. “Ama öldün işte rüyamda ve çok gerçekti anne öldün...Bombalar patladı, evimiz yandı ve sen orada kaldın anne sen öldün”. “Rüya” dedi anne, “sadece rüyaydı, bak ben yanındayım şimdi öyle değil mi? Hayattayım, ölmedim, ölmeyeceğim...” Sarıldılar birbirlerine, öyle uykuya daldı çocuk annesinin kollarında.
Hepimiz görmüşüzdür böyle rüyalar çocukken. Sevdiklerimizin öldüğü kabuslar gecelerimizi bölmüştür çirkin gölgeleriyle. Sıcacık ana kucağı veya baba kokusuyla atlatmışızdır o anlık korkularımızı. Oysa ülkemde her gün bir kabus yaşanıyor. Kayıpların ardı arkası kesilmiyor, sürekli ölüme uyanıyor çocuklar. Kabus gibi ama gerçek. Yüzyıllardır insanlığın tuzağına düştüğü güç kavgası yine başka senaryolarla oynanıyor. İnsanlar birbirinden kopuyor her geçen gün, daha çok ayrışıyor, kutuplaşıyor. Hiç ummadığın insanlardan savaş nidaları, öc naraları duyuluyor. “Kana kan, dişe diş olsun", "bizden gitti hep, biraz da onlardan gitsin", "onların ölümüne üzülmüştün ama bak bunların ölümüne üzülmedin, sen kimlerdensin?“. Arkadaş toplantılarında, sosyal medya yazışmalarında her türlü platformda bu tür söylemler yükseliyor.
İnsanları ayrıştırma politikası hiç ara vermeden sürdürülürken, her gün masum insanlar ölürken sakin kalabilmek ve sağlıklı düşünebilmek çok zor. Zaten gelinmek istenen nokta da bu. İnsanların psikolojisini bozup, sağlıklı düşünmelerine engel olarak, düne kadar çok sevdiği komşusu, dilinden düşürmediği iş arkadaşı, kahkalarla gülmekten anamadığı askerlik arkadaşı, sürekli zaman geçirdiği çocuğunun en sevdiği arkadaşının ailesine dini inancı, siyasi görüşü ve etnik kimliğinden dolayı düşman olup bir kaşık suda boğma isteği yaratmak. Kısacası insanları birbirine düşürmek, toplumda kaos yaratmak ve günümüz şartlarında -belki de- ülkede yaklaşan seçimin gerçekleşmesine engel olmak.
Nedenler farklı olabilir, elde edilmek istenen de. Ancak ülke ve dünya tarihimiz farklı konjonktürlerde ama benzer şekilde insanların komşularının, dostlarının evlerini, köylerini yağmalayıp onları katletmelerine kadar varan bir sürü utanç hikayesine gebe. Maalesef tarihten ders alınmıyor. İnsanoğlu bilimde yaratıcılıkta ne kadar ilerlemiş olursa olsun insanlıkta hala yerinde sayıyor.
Yaşadığımız coğrafyada tek dil, tek din ve tek etnik kimliğe sahip olmak mümkün değil; bu nedenle sağımızda solumuzda kavgalar savaşlar dinmiyor. Komşu ülkelerde barış, huzur yokken din, dil, ırk, etnik çeşitliliğiyle kimlik bulan ülkemizde de sorunlar hiç bitmiyor. Çatışmalar, mücadeleler, savaşlar bu coğrafyanın ayrılmaz bir parçası sanki. Sonuç olarak insanlar birbirini yiyor.
"İnsan insanın kurdudur" (homo-homini-lupus) demiş 17’nci yüzyılın ünlü felsecilerinden Thomas Hobbes. Tarih boyunca süregelen insan savaşını iyi özetliyor bu deyim. İspanyol donanmasının saldırısı sırasında prematüre olarak doğan Hobbes “annem ikiz doğurdu; biri ben bir diğeri de korku” diyerek savaş ortamında doğmuş bir çocuk ve İngiliz iç savaşını yaşamış bir siyaset bilimcisi ve filozof olarak bu sözü ‘doğa durumu‘nda insanın çatışma halinde bulunacağı, bu ‘ilkel durum‘dan kurtulmak için ise ‘toplumsal sözleşme‘yle bazı hakların devlete teslim edilmesi gerektiğini savunduğu felsefesi kapsamında sarf etmişti. T.Hobbes'un "doğa insanı" sosyal varlık değildir. Ona göre 'insan insanın kurdudur', sürekli birbirini kemirir, yok etmeye çalışır... Hobbes insanın uzlaşma sonucu kendi gücünü mutlak bir güç olan devlete verilmesini savunur -bu ayrı. Ancak söz konusu felsefe 17. yüzyıl yaşanmışlıkları doğrultusunda üretilmiştir; o günün şartlarında ikna edici gerekçeleri mutlaka vardır. Asıl şaşırtıcı olan ise bu söylemin günümüz şartlarında hala geçerli olmasıdır.
Oysa insan insanın kurdu olmamalıdır. Düşüncelerimiz farklı olabilir, geçmişimiz, dinimiz de öyle ama her birimiz insanız. Birimiz bir diğerimizden daha üstün değiliz. Hepimiz haklarının, sorumluluklarının ve özgürlüklerinin farkında olan, kendi adına kararlar verip sorumluluğunu alabilen, kendisiyle ve çevresiyle barışık, tutarlı bireyler olmalıyız. Birey olarak toplum içinde bu hak ve ödevlerin herkes için geçerli olduğunun bilinci ile hareket etmeli ve bu haklara saygılı olmalıyız. Birlikte yaşamak ve paylaşmak zorundayız. Dahası farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak görüp bundan beslenmeliyiz. Farklı olanı ötekileştirmeden, kültür mozaiğimizin farklı bir rengi olarak kabullenerek, baskı yapmadan, sömürmeden birlikte yaşamak zorundayız.
Şiddete başvurmadan, kan dökmeden, konuşarak, dinleyerek eşit, özgür, mutlu, insanca, hep birlikte yaşamak mümkün. Evet mümkün. Bunu başarıyla yapan medeniyetler var ve ben bunlardan birinde yaşıyorum.
"İnsan insanın kurdu" olmamalıdır; dostu, arkadaşı, rehberi olmalıdır. Birbirimizi aydınlatarak, birbirimizin kör noktalarını çözmeye çabalayarak yürümeliyiz bu insanlık yolunda, düşman olarak değil. Bu zor günler de geçecek biliyorum. Barış kazanacak. Hepimizin ortak istek ve iradesiyle neden kazanmasın ki?
Çocuklarımızın korkulu rüyası olmayalım, onları kabuslara değil, barış dolu güzel günlere uyandıralım.
Sevgi ve barış dolu günler diliyorum...
Kaynak
https://en.wikipedia.org/wiki/Thomas_Hobbes
https://en.wikipedia.org/wiki/Homo_homini_lupus
http://www.matthewmachowski.com/2009/12/hobbes-sovereign-power-leviathan_06.html
http://felsefelogos.blogcu.com/homo-homini-lupus-insan-insanin-kurdudur-mu/1853520
sadeceanneyim.blogspot.co.uk
Twitter/sadeceanneyim