Basın özgürlüğü üzerinde medya mensuplarının çeşitleme yapmaları çok kolaydır. Bu konuya sağlıklı bakabilmenin yolu, olayları kendi konumundan ve güncel siyasetin kamplaşmalarından soyutlayarak bakabilmekten geçer.
Birincisi basın özgürlüğüne ilişkin çağdaş ve evrensel global kriterlerin varlığını hep hatırlamak gerekiyor.
Bu kriterlere göre sadece "Siyasi rejim"in antidemokratik olması veya "Yasal kısıtlamalar", basın özgürlüğünün varlığını tartışılır kılmaz.
Bir de yazı işlerinin sermaye karşısındaki özgürlüğü ve bağımsızlığı sorunu var basın özgürlüğünün kapsamında.
Türkiye'deki basın özgürlüğü tartışmalarında ise, bunlara ek olarak, tartışanların kan davalı oldukları meslektaşlarının özgürlükleri gündeme geldiğinde dut yemiş bülbüle dönmeleri gerçeği bulunur.
Yiğit Bulut vakası
Son örneği, Habertürk televizyon kanalının yöneticiliği ve gazetenin köşe yazarlığı görevlerine son verilen Yiğit Bulut hakkında, özellikle internet medyasında ve sosyal medyada yer alan yayınlardan verebiliriz.
Birincisi bu görevden uzaklaştırma hiç tereddütsüz biçimde "Kovulma" olarak nitelendi.
Buna paralel biçimde aralarında medya mensuplarının da bulunduğu bir kalabalık hem Yiğit Bulut'a kin kustular, hem de olayı adeta bayram yaparak kutladılar.
Aslında mesele Yiğit Bulut'un isminden soyutlanarak değerlendirilmelidir. Çünkü Yiğit Bulut'un polemiklerindeki üslup ve olaylara yaklaşımı konusunda, benim de katılmadığım pek çok nokta var.
Ama tam yetki ile bir medya kurumunu yönetmekle görevlendirilen bir gazetecinin bir gün bir anda "Kovulabilmesi" de, basın özgürlüğüne düşkün görünenleri düşündürmeli değil midir?
Neden kovdunuz?
1960'lı yılları sarsıntılarla geçiren Hürriyet'i yeniden istikrarlı bir gazeteye dönüştüren Genel Yayın Yönetmeni Nezih Demirkent, bir gün bir anda "kovulmuştu."
O gün Divan'daki bir öğle yemeğinde gazetenin sahibi Erol Simavi'ye rastlayınca "Nezih başarılıydı, neden onun işine son verdiniz" diye sordum.
- Nezih kendisini Hürriyet'in sahibi sanmaya başlamıştı, diye cevap verdi bana.
Bizim medyamızdan benim de konu olduğum böyle sayısız örnek verebilirim.
"Her gazeteci özgürdür, gazete patronu da onun işini bitirmek konusunda özgürdür" dersem bu yanlış mı olur acaba?
Müntehir medya kralı Maxwell "Daily Mirror"u aldığında "Herkes en geç sabah saat 9'da işbaşında olacak" diye genelge yayınlamış.
Maxwell'in yanılgısı
O hafta bir gün gazeteye gelip asansörle yönetim katına çıkarken, asansördeki diğer kişiye ters ters bakmış ve "saat 10'u çeyrek geçiyor" dedikten sonra "Senin maaşın ne kadar" diye sormuş.
Asansördeki diğer kişi "3500 sterlin" deyince, Maxwell cebinden çek defterini çıkartıp bir rakam yazmış, imzalamış ve çeki adama verip "Bu senin üç aylık maaşın, seni kovuyorum. Bir daha bu binada görmeyeyim seni" demiş ve asansörü bir katta durdurmuş.
Adam çeki almış, asansörden çıkarken gülerek konuşmuş:
- Beni bir daha görmeyeceksiniz Mr. Maxwell, çünkü zaten burada çalışmıyorum, demiş.
Bugün "Sivil faşizm geldi, basın özgürlüğü gitti" tatavası yapanların, Hürriyet ve Sabah'ın sahiplerinin kartel kurup Mehmet Ali Ilıcak'ın Akşam'ını dağıtmayarak batırdıkları gün, dut yemiş bülbül olduklarını unutur muyum?
Patronun gölgesi
Veya TMSF sahte olduğu anlaşılan bir belgeye dayanarak Sabah'ı Turgay Ciner'in elinden aldığında, bugünün özgürlük bülbülleri yine suskun değil miydiler?
Patronun gölgesini kendi gölgesi sanan nice medya yöneticisinin, "kovulduktan" sonra, canlarını yaktıkları meslektaşlarına sığındıklarını da çok gördüm.
Meslektaşlarının kovulmalarını davul çalarak kutlayanların kendilerine sıra geldiğinde "Kovulduk ey halkım" diye ağıt yaktıklarını da görmedik mi?
Reha Muhtar'ın yazısı
Konuyu Reha Muhtar'ın dünkü Vatan'da yayınlanan yazısından alıntı yaparak noktalıyorum: "
- Bir insan işinden olduğunda, arkasından tef çalmayacaksınız... Gün gelir siz de işinizden olursunuz... O zaman başkaları arkanızdan tef çalacaktır, çok derinden üzülürsünüz... Yiğit Bulut'u sevmeme hakkına sonuna kadar sahipsiniz... Bu kişisel bir tercih... Onun gazeteciliğini doğru ve iyi de bulmayabilirsiniz... Bu da size ait bir tasarruf... Fakat insanların kötü günlerinde, onların düştüğü kötü durumla alay etmek, bir miktar 'günah' işlemek demek..."