Yazın hemen hemen her sabah sabah saat beş buçukta kalkar, evimizin dört ayaklı üyelerini yedirdikten sonra bisikletimle evden çıkar, keyifle yaklaşık 5 km uzakta olan Dr. Fazıl Küçük Stadyumu'nun yanındaki Belediye Plajına giderim.

 

Belediye plajı yaklaşık 850 m. uzunluğunda, sahili ve denizin tabanı altın kumla kaplı bir koyda yer alıyor. Denizi berrak ve cam gibi, deniz dibi kum kaplı ve neredeyse kıyıdan 100 m. açıkta yer alan kayaların oluşturduğu doğal mendirek ile de her tür deniz dalgalarından korunaklı bir konumda.  

  

Ülkemizin doğal güzellikleri olan bu deniz, kum ve güneş üçlüsünün tadını çıkarmak, keyfini sürmek için binlerce kilometre uzaktan para verip gelen yabancı turistleri görünce, ne kadar da şanslı olduğumuzu bir kez daha anlıyorum her sabah.

 

Deniz tutkunu arkadaşlarımla her sabah aynı saatte plajda buluştuktan sonra kumların üzerinde beş altı turluk bir yürüyüş yaparız. Tabii yürürken, bu dünya güzeli ülkemizin ne kadar sorunu varsa, tartışır, çözeriz. Ertesi gün bu sorunlar yerli yerinde durduğundan gene tartışır, gene çözeriz.

 

Gerçekten de sabahın o erken saatinde denize girmek çok büyük bir keyiftir. Kumda yürümek de...

 

Özellikle sahilden üç-dört metre içerde kuru kumların üzerinde yol alırız. Deniz kenarındaki dalgaların ıslattığı kumlar, ıslaklıkları nedeni ile çok serttir ve hiç esnemezler. Bu zeminin üzerinde yürümenin beton zemin üzerinde yürümekten hiç farkı olmadığından, yüzeyi eğri büğrü olan kuru kum üzerinde yürümeyi, sağlık açısından ve tedavi edici özelliğinden dolayı tercih ederiz.

 

Sert ve düz zemin üzerinde ayaklarımız hep aynı şekil ve açıda yere basar ve bu nedenle de ayak bileklerimizden ensemize kadar olan tüm eklemlerin hep aynı noktasına vurgu yapılır, basınç uygulanır.  

 

Kumun yüzeyi eğri büğrü olduğundan, ayaklarımız her adımda farklı bir şekil ve açıda kumun üzerine basar ve bu nedenle de, oluşan basınç hem tüm eklemlerimizin farklı noktalarına dağılır, hem de eklemlerimiz doğal olarak kendini yağlar.

 

Bu yürüyüşlerde bizi en çok üzen konu da çevre kirliliğidir.

Gece kumluk sahilde eğlenmeye ve denize girmeye gelenler, tüm pisliklerini kumların üzerinde bırakıp giderler, neredeyse her bir buçuk metrede bir çöp kovası olmasına rağmen.

 

Yerlerde karpuz kabukları mı istersiniz, bira şişeleri mi, çips veya bisküvi kutuları mı, su şişeleri mi,veya da makineli tüfek gibi yendikten sonra yerlere atılmış ayçiçeği çekirdeği kabukları mı…

 

Hiç bir Allah'ın kulu da yanında bir poşet getirip arkasında bıraktığı pisliği poşetin içine koyup, çöp kutusuna atmaz.

 

Bizi en çok üzen de, sigara tiryakilerinin içtikleri sigaraları kumun içine sokup söndürmeleri ve sonra da sanki kumluk sahil kocaman bir kül tablasıymış gibi de orada izmariti bırakmaları. Gerçekte sigara içenler doğayı korkunç bir şekilde kirletmekteler. Hem havamızı zehirlemekte, hem de her gün yerlere attıkları sayıları milyonu geçen izmaritlerle doğamızı kirletmekteler.

 

Sigara paketlerini 20 adetlik yapacaklarına, 16 adetlik imal etmeleri ve eksiltilen 4 adet sigaranın kapladığı yere de izmaritlerin konacağı bir göz yeri yapmaları daha doğru olacak. Hiç olmazsa izmaritler hem yere atılmaz, hem de topluca paketle birlikte çöpe atılırlar, tabii eğer sigara içen kişi, arabasının camını açıp paketi dışarı fırlatmazsa.

 

Bu çevre kirliliği illetinden kurtulmak için hem okullarımızda bu konuda eğitim vermek, hem de ağır para cezası getirmek gerekiyor birçok ülkede uygulandığı gibi. Singapur'da ve dünyanın birçok yerinde, yere bırakın izmarit atmayı, sakız atmanın cezası bile 500 dolar.  Bu nedenle yerler, sokaklar pırıl pırıl.