Hayat bugünkü gibi arsız değil, masumdu...
İhanetler bu kadar uluorta değil, gizliydi...
Aldatmalar bu kadar kolay ve sıradan değil zordu...
Sadece 10 yıl önce, sevgililer ancak, evden ya da işyerinden arayabilir, uluorta kimse kimseyi arayıp, mesaj atamazdı...
Kimse kimsenin nerede olduğunu bilemez, kimse kimseyle o kadar kolay tanışamazdı...
Hayat sonsuz seçenekler yerine, sınırlı birlikteliklere izin verirdi...
İşyeri aşkları, arada bir de işyeri ihanetleri görülürdü...
Birbirini sınırlı mekânlarda, sınırlı sayıda gören, sınırlı sayıda konuşabilen, insanlar için ihanetler de sınırlıydı...
Ev telefonunun mahremiyeti, iş telefonunun çalışma kuralları vardı...
Arsız birliktelikler için araç yoktu...
Arsızlığı iletecek, kablo yoktu...
Bilgisayarlarda, utanmaz chatleşmeler, mailli sevişmeler henüz başlamamıştı...
Yıllar öncesinin sevgilileri, sizi zar zor evden arardı...
Annenin ve babanın yanında, evin orta meydanındaki telefon, aşkınıza sahne olurdu...
Kaçmak isteseniz, kaçamaz, konuşmak isteseniz konuşamazdınız...
Buluşmalar kıt, kavuşmalar kıt, randevulaşmalar kıt, siz de kıt kanaat geçinip gitmek zorundaydınız...
Kıtlıktan aşkı yaratmalıydınız...
İmkansızdan buluşma ayarlamalıydınız. Ortamsızlıktan, aşk mekânları yaratmalıydınız...
Haftada bir kavuşmalardan, aşk çıkarmalıydınız... saatlik buluşmalardan sevgi yaratmalıydınız...
Bunları bu şartlarla yaratamadığınızdan, aşkı ve sevgiyi esas olarak kafanızda yaratırdınız...
Bazen kendi kendinize aşık olur, kendi kendinize bitirirdiniz...
Bazen buluşana kadar çektiğiniz heyecandan kafayı yerdiniz...
Arsız chatleşmelerin, utanmaz cep mesajlarının olmadığı günlerde yaşam kuşkusuz daha arlı ve daha mazbuttu...
Cep telefonlu ve chatli dünyalar, artık sınırsız seçenekler, sınırsız ilişkiler, sınırsız aldatmalar ve sınırsız hayatlar yaratmaktadır...
İhanetlerdeki patlama cep telefonlarıyla doğru orantılıdır...
Evin bir başka odasına geçerek sessizce chatleşme, sanal çiftleşme bilgisayarla yapılmaktadır...
Hayat bir daha geri gelmeyecek bir yaşam tarzını kapatmakta, hep zaplanacak ilişkilerin artacağı başka bir tarzı dayatmaktadır...
Randevular artık randevu gibi değildir...
Taksim Meydanı’nda, ya da Karaköy İskelesi’nde yapılmamaktadır...
Birileri bir yerlere takılmakta, diğeri de cep mesajlarıyla o yere uğrayarak randevulaşmaktadır...
Takıla takıla yapılan randevulaşma, romantik değildir...
Birbirine kavuşmadan ziyade birbirine takılmayı içermektedir...
Birbirine takılanların, birbiriyle randevulaşanlar gibi, birbirlerine söyleyecek fazla sözü bulunamamaktadır...
Arada bir söylenecekler kısa mesajlarla zaten iletilmektedir...
Mesajlaşmalar kavuşmanın heyecanını bitirmektedir...
Gizemi yok etmektedir...
Hayatı düzleştirmektedir...
Cep telefonu mesajları ve bilgisayar chatleri iletişimi artırmakta ama aşkı öldürmektedir...
Gidip gelen mesajlar arasında heyecanı söndürmektedir...
Karşındakiyle konuşurken, aklı başka yere sürüklemektedir...
Karşındakiyle cilveleşirken, başkasıyla öpüşülmektedir...
Aşkı öldürürken, ihaneti teşvik etmektedir...
Yakında aşk daha bir azalacak, ihanet daha bir artacaktır...
Biri azalmaya, diğeri artmaya giderken sonunda ikisi de anlam yitirecektir...
Aşk azaldıkça, ihanet kelimesinin de anlamı kalmayacaktır...
İhanet hayatın kendisi olacaktır...
(Reha Muhtar’ın Mina’ya Mektuplar adlı kitabından..)
Kadın iktidarı
“Kadınlar iktidarı çocuklar üzerinde egzersiz ederler...” dedi bir kadın dostum...
Erkeğin iktidar oyunları üzerinde konuşuyorduk...
Erkeğin, güçlü, kuvvetli ve iktidarlı hissetmesi için, bir ömür boyu oynamak zorunda olduğu oyunlara, kadınlar gerçekte ne kadar ilgi gösteriyordu acaba?..
Güç erkekte bir cazibe unsuruydu...
Birçok kadın için erkeğin güçlü olması başlı başına çekici bir olaydı...
Güçlü erkeklerin, auralarından kaynaklanan bir apeliteleri vardı...
Kadınlar erkekte gücü seviyor, ama onun nasıl kazanıldığıyla hiç ilgilenmiyordu...
Güç ve iktidar oyunları üzerine erkeklerin saatlerce yaptığı sohbetlerle de ilgilenmiyorlardı...
Onun için kariyer, güç, iktidar savaşları için erkek erkeğe yapılan konuşmalar kadınlara sıkıcı geliyor, hemen başka şeylere yöneliyorlardı. Erkeğin hayatı boyunca, hayatı pahasına aradığı iktidar neden kadınlarda gözükmüyordu?..
“Kadınlar, iktidarlarını esas olarak çocukların üzerinde ve evde dener” diyordu kadın dostum, “Onların iktidar mücadelelerinde çocuk önemli bir yer tutar...”
Çocuğun davranışlarına yön verme, çocuğu biçimlendirme, çocuğu etkileme...
Bir çocuğu onun üzerinde mutlak bir hakimiyet kurarak şekillendirme, onu önce doğurarak sonra biçimlendirerek yaratma...
Annelik, doğanın mucizevi yaratıcılığında aslında kadının bir iktidar egzersizidir...
Gücünü, kudretini ve yaratıcılığını, yepyeni bir insan yaratımında kullandığı bir iktidar egzersizi...
Kadın iktidarını sadece çocuk ve ev üzerinde egzersiz ederse, esas iktidarını tamamen dışarıda arayan erkekle arasında sorun çıkması kaçınılmazdır...
Erkek için işyerinde alınacak bir santim önde pozisyon hayati değerdedir...
Onun için günlerce, gecelerce konuşabilir, kulis yapabilir, dertleşip, içebilir...
Böylesi durumlarda kadın pek oralı olmaz...
O daha çok bütün bunların kendisiyle değil sonucuyla ilgilidir...
Hayat ekonomik olarak daha rahat olacak mıdır? Kendisi ve çocuklar için istekler daha rahat karşılanacak mıdır? Şu dünyada o da diğer kadınlar gibi rahat edecek midir? Gerisi boştur ve erkek geyiğidir.
Kadın kocasının dışarıdaki iktidar mücadelesinden kaynaklanan huysuz günlerini eşe dosta, “Bizimkinin yine heyheyleri üstünde” şeklinde anlatır.
Erkek ise böyle günlerde kadından müthiş anlayış bekler. İktidar mücadelesini onun için yaptığını düşünerek, “Bu kadın niye beni anlamıyor” diye huysuzlanır...
Oysa kadın o sırada kendi iktidar mücadelesini evde ve çocuğu üzerinde vermektedir...
Onun için de koca tam anlamıyla anlayışsız bir hödüktür...
Ne çocuğun dersiyle, ne evin faturasıyla, ne onla ne bunla ilgilenmektedir...
Varsa yoksa dışarıda sürtmektedir...
Kadın ve erkeğin iktidar oyunları farklıdır...
Farklı olduğu için kadın ve erkek arasında iletişim kaybolur...
Beklentiler farklılaşır... İlişkiler kopuklaşır...
Anlaşılmayan insanlar öfke biriktirir... Biriken öfke patlatılır...
Patlatıldıkça karşılıklı kırılınır... Kırıldıkça nefretleşilir...
Nefretleştikçe ihanet edilir... İhanet ettikçe ilişki imkansızlaşır...
İmkansızlaştıkça mahkemelik olur... Türevi karakolluktur...
(Reha Muhtar’ın Mina’ya Mektuplar adlı kitabından..)
(Vatan gazetesinden alınmıştır)