Ülkede dershanelerin kapanma tartışması tüm hararetiyle devam ediyor. Her ne kadar yaratılan algı “Cemaat-hükümet” çatışması olarak olarak lanse edilse de gerçek hiç de öyle değil. Ak Parti'nin Cemaat'le ilgisi olmayan tabanı da dershanelerin kapanmasını istemiyor.
Erdoğan için gözyaşı döken, onu dualarla ve boncuk boncuk gözyaşlarıyla Pınarlıhisar cezaevine gönderen ablalar, teyzeler ve amcalar da başkanlarına çok kırgındırlar. Ancak başkanlarının Karadenizliliği üstündedir ve verdiği kararından dönmeye hiç mi hiç niyeti yoktur.
Gelin sizinle Başbakan Erdoğan'la ilgili tarihi bir yolculuğa çıkalım. Belki başbakan bu satıları okur da o günlerin hatırına, onu en zor günlerinde yalnız bırakmayanlarını ve ölümüne yanında duranlarını hatırlar da onları dinlemeye karar verir.
Tutkuyla futbol oynayan her çocuğun, ilerde bir gün, büyük bir 'Yıldız' olmaya hayali vardır ve günler, şairin :”Her sabah/Yeni bir ihtilale ram olan hayat” diye tanımladığı günlerdir. Kardeniz Kemençe ustadı Koç Dayı'nın “Arkamızda sıra dağlar, hemen önümüzde Garadeniz! Sıguşduk galduk habu dar yerde uşağum. Onun için hemen parlayruk, darlanayruk, daa!” demiş ya, sanki bu sözleri Sayın başbakanımız için söylemiş Koç dayı.
Kardeniz konusu açılmışken dur önce size bir fıkra da anlatayım sonra yolculuğa devam edelim. Hani Temel Amerika'ya gitmiş. Ha deyince iş bulmak kolay mı? Epeyce bir zaman işsiz güçsüz dolaşmış ortalıkta. Derken günün birinde bir ilan ilişmiş gözüne: 'Beher kızılderili kulağı için beş dolar! Müracaat yandaki barmene'
Başlamış bu işi yapmaya. İş, iyi iş, bereketli iş, lakin hem yorucu hem de oldukça tehlikeli. 'İyisi mi?' demiş, 'Dursun'u da çağırayım memleketten'. Dursun'da gelmiş Amerika'ya. Sahiden de iki kişi olunca iş daha keyifli olmaya başlamış. Kar, ikiye bölünüyor ama sürümden kazanıyorlarmış. Şansız bir günlerinde, yevmiyeyi doğrultamadıkları gibi, ormanın derinliklerinde dolaşıp durmaktan adım atacak halleri kalmamış. İyisi mi, şu çalının dibinde sırt sırta verip biraz kestirelim demişler. Bir müddet sonra bir çıtırtıyla uyanan Temel, etraflarını saran yüzlerce kızılderiliyi bir arada görünce, gözlerine inanamamış. Hemen dirseğiyle Dursun'u dürtmüş.
'Ulan Dursun, uyan!'demiş.
'Ha bu gördüğün rüya değilse, parayı vurduk...' demiş.
Yıl 1960...
1960 ihtilalinin yarattığı mağduriyet hissiyle 1965 seçimlerinde Adalet Partisini destekleyen Nur Cemaati ileri gelenlerinde bir grup, Demirel'e hayırlı olsun ziyaretine gittiklerinde, içlerinden biri: “Efendim” der, “madem verdiğimiz desteğin farkındasınız ve bunun için bize teşekkür ediyorsunuz, sorabilir miyim: Neden kabinenizde bizden bir arkadaşımız yok?” diye sorar.
Yılların kurt politikacısı ve kıvrak zekalı Demirel'in verdiği cevap karşısında şaşırıp kalırlar: Demirel: “Bizden biri yok diyorsunuz da aziz kardeşim, peki ben neciyim?” diye cevap vermiştir.
Yıl 1993...
Reis (Recep Tayyip Erdoğan) siyasi çalışmaları yürütürken yanındaki arkadaşa şunu demiş: “Bir gün bu şehri ve bu ülkeyi bizler idare edeceğiz. Siz kapı kapı usanmadan çalışmaya devam edin, Yusuf'u kuyudan çıkaran, bir gün gelir mührü elinize verir”der.
Peki onun için kapı kapı dolaşıp destek ve oy isteyen en güçlü kesim kimdir? Nur Cemaati ve Hizmet Hareketidir...
Yıl 1993...
Şimdiki gibi yerel seçimler arifesidir ve PKK şuanda Ak Parti il, ilçe ve belde teşkilatlarına saldırdığı gibi o günlerde de RP'nin il, ilçe ve belde teşkilatlarına saldırmaktadır. Bu nedenle Kasım 1993'te RP İl Yönetimi, Olağanüstü toplanır. Gündeminin ilk maddesi, PKK'nin Güneydoğu'daki RP teşkilatlarına yaptığı saldırılardır.
O toplantı da Reis Erdoğan özetle: “PKK, mahalli seçimlere çok önem veriyor. Seçimlerden güçlü çıkıp çok sayıda başkanlık kazanırlarsa, akılları sıra Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile pazarlığa oturacaklar ve bu fiili durumu koz olarak kullanacaklar. Yani devletin resmi muhatabı olmayı ve bir nevi meşruiyet kazanmayı planlamaktadırlar.
Ancak özellikle büyük kongrede Genel Başkanımızın yaptığı konuşmadan sonra, RP bölgede güçlendi ve onların bu planı zora soktu. Bize karşı hırçınlaşıp, teşkilatlarımıza saldırmaları bundandır.”demektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan'ı olan Reis'in suç işlediğine kanıt gösterilen: “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler kışlamız.” Cümleleri, sayın Eroğdan'ın kendi cümeleleri değil. Bu sözü önce Selçuklu Padişahı Alparslan'ın söylediği, bunu şair ve düşünür Diyarbakır'lı Ziya Gökalp'in bir şiirinde kullandığı gerçek. Yani Başkan Erdoğan, bir sözü sadece nakletmiştir. Şeriat hukukuyla yönetilen Osmanlı devletinde bile, bir sözü nakletmenin suç olmayacağı kabul etmiştir.
Dönemin İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman yıllar sonra şu söylemiştir.
“Şehrimin Belediye Başkanı yargılanırken onun avukatlığını yapmayışımı hatırladıkça, utanırım.”
Danıştay 5 Kasım 1998 tarihinde, R. Tayyip Erdoğan'ın Büyükşehir Belediye Başkanlığını düşürür. Erdoğan'ın mahkumiyet kararından sonra onu karşılayan bir yaşlı teyze şöyle bir pankart asar:
“Başkan! Diktiğin Ağaçlar Ağlıyor”
İşte bugün o teyzeler de başkanlarına çok ama çok kırgındırlar. Başbakanın danışmanları bunu ona söylüyorlar mı bilmiyorum ama inanın çok kırgındırlar. Bana gelen onlarce e-mail ve mektuptan, yüzyüze görüştüğüm insanlardan bunu görüyorum.
Erdoğan 29 Ekim 1998 tarihinde cezaevine girerken yüzbinler onu gözyaşıyla uğurlamıştı. Reis Cezaevine girmeden önce kendisinin onuruna verilen konserin yıldızı kuşkusuz Ahmet Kaya idi. Kaya konserde:
“Cumhuriyetimizin 75. yıl dönümünde daha güzel günleri yaşamak, inanca saygının, düşünceye özgürlüğün olduğu cumhuriyetlerde ve artık şarkı söyleyenlerin, şiir okuyan insanların tutuklanmayacağı cumhuriyetlerde görüşmek üzere... Cezaevindeki bütün tutuklular ve cezaevine girecek bütün yürekli insanlar için...” dedikten sonra Türküsünü söylemeye devam etmiştir.
Edoğan cezaevindeyken kendisini 30 bin insan ziyaret etmiş ve sevenleri kendisine 13 bin mektup göndermiştir.
Sözün özü: Reis'in sevenlerini çok daha fazla hırpalamadan, ötekileştirmeden “karşı taraf” göstermeden kararını bir kez daha gözden geçirmesi gerektiğine inanıyorum...