Böyle bir şey olamazdı zira olsaydı dünyada ilk kez bir spor kulübü ile bir cemaat karşı karşıya geliyor demekti.
Önceki gün internet sitelerinin en çok okunan haberinin manşeti pek çok sitede buydu. Gelin görün ki haberin içeriğinde böyle bir cümle geçmiyordu. Hatta Aziz Yıldırım’ın ne dediği bile net olarak anlaşılmıyordu. Aziz Yıldırım’ın sözlerini bizlere aktaran Ertuğrul Özkök’ün alıntıladığı sözlerin ne kadarının Aziz Yıldırım’ın ağzından çıktığı, ne kadarının Ertuğrul Özkök’ün bir ‘temennisi’ olduğu net değildi. Mesela yazılanlardan Aziz Yıldırım’ın Fethullah Gülen’i sorumlu tuttuğunu anlıyorduk ancak Yıldırım’ın “Tek başıma kalsam da mücadele edeceğim” sözlerinden sonra gelen cümle “Bu yargılamalar artık Türkiye’nin meselesidir” olmuştu. Hayli zorlama bir bağlantıydı!
Nitekim dün bu sözlerin tamamı bizzat Aziz Yıldırım tarafından Fenerbahçe’nin resmi sitesinde yalanlandı. Bu yalanlama gelmeden önce tam da bu konuyla ilgili “Eğer bu sözler Ertuğrul Özkök’ün alışıldık ‘Her taşın altında the cemaat var’ paranoyalarından biri ise üzerinde durmaya değmez. Yok eğer bu sözler gerçekten Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a aitse ortada çok ciddi bir durum var demektir” diye başlayan bir yazı yazıp gazeteye göndermiştim. Böyle bir şey olamazdı zira olsaydı dünyada ilk kez bir spor kulübü ile bir cemaat karşı karşıya geliyor demekti. Bizim gibi futbolun neredeyse bir din mertebesinde, inançla, tutkuyla, ölümüne sevildiği bir ülkede böyle bir karşılaşma, kitlelerin başka kitlelere bu şekilde doldurulması çok sarsıcı çatışmalara yol açabilirdi.
‘Aziz Yıldırım’ hakkındaki iddialar ortada. Bu iddialara da cevabını mahkemede verdi. Kamuoyunu ikna etti ancak mahkemeyi ikna edemedi. Serbest bırakılmasına karşın ceza aldı. Umarım Yargıtay’da bozulur ve aklanır. Şimdi bütün bu süreçleri by-pass edip işi bir Fenerbahçe-Gülen cemaati derbisine çevirirseniz bu maçın içinden hiç kimse çıkamaz diyordum. Aziz Yıldırım basın toplantısını beklemeden yapmak zorunda kaldığı açıklamada “Bilinmesini isterim ki bu ziyaretler sırasında karşılıklı yapılan konuşmalarda hiçbir kişi, kurum veya oluşum adı kullanılmadığı gibi, yine hiçbir kişi, kurum veya oluşum hakkında övgü ya da yergi niteliğinde ifadeler kullanılmamıştır” diyordu. Aziz Yıldırım böyle diyorsa o zaman büyük bir tezgâh ile karşı karşıyayız. Bilmem tehlikenin büyüklüğünün farkında mısınız?
Cami yapımını doğru eksende tartışmak
Farkındaysanız ilk kez bir cami yapımını doğru eksende tartışıyoruz. Türkiye yıllarca Taksim’e cami yapılıp yapılmamasını laiklik-şeriat ekseni üzerinden tartıştı. İlk kez Çamlıca’ya cami yapımı konusunu şehircilik ve mimarlık üzerinden tartışıyoruz. Türk basınında neredeyse sadece bu köşede gördüğünüz mimari tartışmalar bütün gazetelerin saygın köşelerine taşındı. Mimarlık yazdığı için bir önceki köşesinden kovulan benim için bu yazılar bir hediye gibi...
Suudi Kralı’nınki hediye de sponsorlu basın gezisi hediye değil mi?
Diyelim çok satan bir gazetenin muhalifliğe soyunan bir köşeyazarısınız. Bazı konuları kamu yararına gündemde tutuyorsunuz. Bunlardan bir tanesi de Suudi Kralı’nın Başbakan’a verdiği hediyelerin akıbeti. Her hafta bunu inatla ve haklı olarak hatırlatıp hesabını soruyorsunuz. Peki, böylesine ilkeli bir duruşunuz varken bir içecek firmasının davetine katılıp otel, yolculuk, maç bileti gibi, masrafları tamamen bu firma tarafından karşılanan mesela Avrupa Şampiyonası finaline gider misiniz? Diyelim gittiniz, hatta üzerine yazılar da yazdınız, peki en azından bunu iki satırla tıpkı Mehmet Ali Birand’ın ya da diğer meslektaşlarımızın yaptığı gibi okurlarınıza duyurmanız gerekmez mi? Bu hem sizin bu seyahatinize sponsor olan firmaya bir teşekkür ama daha da önemlisi sizi okuyan okurlarınıza bir saygı sorunu değil midir? İlkeli duruş bunu gerektirmez mi? Böyle yapmazsanız yarın hediyelerin hesabını sorduğunuz Başbakan da kalkıp size “Sen önce şu gezinin hesabını ver, bu da gazeteciye hediye olmuyor mu?” diye sorabileceği anlamına gelmez mi? Hediye hediyedir. Sonuçta ha Suudi Arabistan Kralı devlet başkanına vermiş, ha bir içecek firması gazeteciye vermiş fark etmez.
Dün Hıncal Uluç Sabah gazetesindeki arazisinde benim başlattığım bu tartışmaya girmiş, isim vermeden beni sponsor düşmanı ilan ediyor. Tam tersi, ben sponsorluk kurumunun gelişmesi taraftarıyım. Böyle gezilere de katılıyorum. Hatta en son Vodafone TedGlobal’e davet etti, önceden yaptığım bir program olmasaydı hem katılacak hem de bu köşede izlenimlerimi yazacaktım. Ancak bu geziye Vodafone’un davetlisi olarak katıldığımı belirtmek şartıyla. Bu tür gezilere katılanlara yani hediye alanlara da bundan sonra ahkâm kesmeyerek. Hıncal Uluç doğru söylüyor, bu memlekette kimse bir ‘hediye’ uğruna satılmaz. Ancak başkalarının aldığı hediyenin hesabını sorarken kendisi de hediye kabul etmez.
Ederseniz de bu ülkenin en saygın roman yazarlarından birini ‘hırsız’ diye madara etmeye kalktığınız günün ertesinde bakın böyle yakalanıp dımdızlak kalırsınız ortada.
(Radikal gazetesinden alınmıştır)