Yaşamını İnglitere’de sürdüren Ayten Öztekin Storry’nin ilk kitabı ‘Sabihakitapçı raflarında yerini aldı.

‘Anı ve Öykü’ tarzında, ‘Roman’ tadında yaşanmışlıkların da aktarıldığı 304 sayfadan oluşan eser, İmla Kitap Yayınları’ndan çıktı.

‘Sabiha’, Amazon başta olmak üzere tüm internet kitap uygulamalarından temin edebilecek. Çok akıcı bir Türkçe ile kaleme alınan eser okurlar için oldukça sürükleyici.

‘Sabiha’ son yıllarda sayıları artan “Gurbet Edebiyatı” kategorisinde İngiltere’de yaşamı yansıtan eserlerden biri.

‘Sabiha’, Tofaş gibi büyük bir kuruluşta Teknik Müdür olarak çalışırken, işini geride bırakıp, 1984 yılında geldiği İngiltere’de kendisine yeni ve meşakkatli bir hayat kuran Ayten Öztekin Storry’den yeni nesillere deneyimler demeti de sunuyor.

KARİYERİ BIRAKIP, BAŞKA BİR ÜLKEDE BAMBAŞKA BİR HAYAT!

Yazar, kitap ile ilgili düşüncelerini aktarırken, insanın istemesi halinde bir çok zorluğu göğüsleyebileceğini belirterek, “Hayatını yurtdışında sürdürenler gurbet zor diyorlar. Bana göre gurbet zor değil, uzun süre bu ülkede kalırken gurbet bana ağlarkan de gülerken de hayata eyvallah demeyi öğretti. Başka bir kültürü, başka bir dini onlarla birlikte yaşamamı ve benim kendi ayaklarım üzerinde durmamı öğretti.

Türkiye’de çok iyi şartlarda yaşayabileceğim halde, Makine Mühendisi olarak eğitimli bir birey olarak İngiltere’ye geldiğim günlerde, bu ülkede ufacık bir konfeksiyon fabrikasında çalıştım. Akşamları da beyim öğrenci olduğu için bulaşık yıkadım. Ama bundan memnundum çünkü bu işi yapabiliyordum.

Eşim üniversitede master yapıyordu ve benim eve katkıda bulunmam gerekiyordu. Ama hiç bir zaman yaptığım işten gocunmadım. Bulaşık yıkamaktan, küçük bir konfeksiyon atölyesinde çalışıyorum demedim.

Teknik Müdür olarak çalıştığım Tofaş gibi büyük bir şirketten ayrılıp gelmiştim. Bu ülkede yaptığım işlerin küçüklüğünü basitliğini hiç bir zaman umursamadım. Yaptığım her işi severek yaptım. Çünkü o anca ‘geçim kaynağım bu' diye’düşünüyordum.

Daha sonra kütüphanede çalışmaya başladım. Bunun için de eğitim almamı istediler. Hatta ırkçılığa varan bir şekilde işten çıkarılma durumu yaşadım.

Londra Üniversitesi Çocuk Kütüphanesi ve Yabancı Çocuklar Bölümü’nda iki yıllık tezi tamamlayıp istedikleri diploma ile gelip işimi sürdürdüm.

Bütün bu yaşadıklaım benim güçlü olduğu göstermiş oldu.

Biz Türkler çok kıvrak zekalıyız. Her şeyi çok çabuk anlayabiliyoruz. Üniversitenin kursuna kütüphaneden 8 kişi katıldık ve sadece ben kazandım” diyor.

UNUTULMAYAN ANILAR VAR!

‘Sabiha’da, Londra’ya ilk geliş dönemindeki yaşamından kesitlerin de yer aldığını hatırltan Storry, şöyle konuşuyor:

“Kitabın bir yerinde kendimi de anlattım. İngiltere’ye geldiğim ilk yıllarda konfeksiyon fabrikasında çalıştığım dönemde ütücülük yapan Abbas, ‘Sabiha’nın hiç kimsesi yok tek başına’ diyor.

O zaman Sabiha biraz duygusallaşıyor, içi burkuluyor ve ağlamaklı oluyor. Hakkaten dili, dini başka olan bir yerde tek başınaydı.

Halbuki, beline kırmızı kuşağı babası bağlasın ve gelin olarak annesinin evinden çıksın isterdi. Ama bunlar olmadı.

Bir de başımdan geçen bir olayı orada anlattım...

Türk kütüphaneci olduğum için o zamanlar, hastaneler, hapishaneler ve hemen per yeri ziyaret etmek zorundaydım.

Bir gün Homerton hastanesine gittiğimde bir hastanın adını Türk olarak gördüm. Adam beni tersledi, ‘ben yarın fıtıktan ameliyat olacağım,defol git buradan’ diye adeta kovdu.

Bu çok gücüme gitmişti... Oradan vazifemden ağlayarak çıktım ve oradan Hospice’de gittim. (ölümcül çaresiz hastaların kaldığı hastane)

Orada bir hemşire bir bey’in beni beklediğini söyledi. Gittiğimde kendisinin Hristiyan olarak doğduğunu ama dini hiç bir bilgisi olmadığını söyledi. Bir haftalık ömrü kaldığını ve Hristiyanlıkla bilgi edinmek için kitap istedi.

Çalıştığım kütüphanenin yanındaki kilisenin papazına giderek durumu anlatınca o kitaplar verdi, kütüphaneden de kitaplar temin ettim ve o akşam evime gitmeden kitapları kendisine ulaştırdım. O kadar memnun oldu ki, hayatımda bu kadar memnun olan biriyle ilk defa karşılaşıyordum. Çok mutluydum ve huzurluydum. Son günlerinde bir insana yardım etmek beni ne kadar mutlu etmişti bu anımı da hiç unutamam ve kitapta yer verdim.”

ARKA KAPAK’TAN

İlk defa kendime ait odam olmuştu. Odadan içeri girince hemen kenarda bir yatak, üzerinde mavi bir örtüsü vardı. Oldum olası çok severim maviyi; gökyüzünü, denizi bulurum mavide… Bir koltuk, iki sandalye, masa ve bir şömine vardı, duvara uyularak yerleştirilmiş. Odun kömür pisliği olmayan, gaz sobası. Bu ocağın üstündeki rafta dans eden iki biblo İspanyol kızlar vardı. Bakışları gülüşleriyle sanki mutluluğun zirvesindeydiler. Çok kumaşlı uzun kırmızı beyaz benekli etekleri savruluyordu. Acaba onlar gibi mutlu olacak mıydım? Dini, dili, töreleri ayrı, apayrı kişilerle, o kişilerin vatanında yerim ne olacaktı? Şimdiden özlemiştim anacığımı. İltica isteği kabul olmayacak, belki geri gideceğim, belki de kalıp ev hasretiyle, gurbet baskısıyla özlemlerle eskiyip gideceğim. Bir şey bilmiyor, bilemiyor sakin korkak bekliyordum.