Ledra ışıklarına yönelmemin nedeni de günümüz adları ile Memduh Asaf Sokak ile İkinci Selim Caddesinin kesiştiği köşede Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğunun bulunması ve önündeki direkte de Türk Bayrağının dalgalanıyor olmasıydı. İllaki bu bayrak direğinin önünden geçecek ve Türk Bayrağına selam verecektim.
Bayrağın önünden geçerken bisikletimin pedallarına basarak ayağa kalkar ve Surlariçine gidiyorsam, yani Türk bayrağı sağ tarafımda ise sağ elimi sağ kaşımın kenarına dokundurarak, dönüyorsam, Türk bayrağı sol tarafımda ise sol elimi sol kaşımın kenarına dokundurarak çok ciddi bir şekilde selam verirdim. Bu yöntemle selam vermek benim koyduğum bir kural ve vazgeçilmez bir ritüeldi. Dönem İngiliz Sömürge dönemiydi ve sokaklarda, caddelerde direk üstünde asılı Türk Bayrağı görmek, İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından yasaklandığı için neredeyse olanaksızdı.
Bir keresinde direkte dalgalanan Türk Bayrağına selam durmak için bisikletin üzerinde ayağa kaktığımda dengemi kaybetmiş ve bisikletin dümeni elimden kaçtığından da yolun solunda yürüyen bir kadına çarpmıştım. Hem orada eşek sudan gelene kadar dayak yemiştim hem de evde. Ama bende akıllanmak ne gezer. Ertesi gün ve diğer günlerde okula giderken gene selam durmuştum Türk Bayrağına, dayak yemek pahasına. O yaşlarda dayak yemek en korkulu cezalardandı benim için. Hem dayak yerdim, hem de harçlık giderdi. Dayağın acısı üç beş dakika sonra geçerdi ama üstüne bir de harçlık da giderdi. Bütün gün çakuletsiz (çukulata), kolasız veya da çöreksiz, kısaca ablos (hiçbir şeysiz) kalırdım.
O gün Blacky’den Kit Kat aldıktan sonra bahçesindeki direk üstünde Türk Bayrağının dalgalandığı Türk Konsolosluğu tarafına yöneldim. Direkte dalgalanan Türk Bayrağına olağan selamımı verdikten sonra yokuş yukarı doğru uzanan Sarayönü Sokak’taki köprüden Surlariçi’ne girdim.
Günümüzde rahmetlik Haşmet Gürkan’ın heykelinin yer aldığı Haşmet Gürkan sokağından geçip, Mahkemelerin önüne geldim. Oradan da dosdoğru Sarayönü’nde günümüzde Enver Eczanesinin bulunduğu yerin tam arkasındaki, Mecidiye Sokak ile Cumhuriyet Sokak’ın kesiştiği köşede o dönemde yer alan Kemal Deniz Kitabevine gittim.
Rahmetlik Kemal bey içerdeydi. Beni görünce başımı okşamış, “Hoş geldin” demişti. Akıcı bir Türkçe ile konuştuğum için beni çok severdi Kemal Bey... Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen Milletvekili seçimini kazanarak milletvekili seçildiğim Mağusa Mahkemesi Başkanı tarafından resmen açıklandığı gün bana ilk tebrik mesajını telgrafla rahmetlik Kemal Deniz bey göndermiş, sonra da bir sohbette bana Milletvekilliği yaptığı dönemde edindiği deneyimlerini nasihat olarak aktarmıştı. Nurlar içinde yatsın, mekanı Cennet olsun.
Benim 11 yaş gözlemlerime göre kitabevinin üç bölümü vardı. Mecidiye sokaktaki kapıdan içeri girilince, sağda kitapların yer aldığı bölüm, solda Tom Miks, Teksas gibi mecmua ve gazetelerin bulunduğu yer, karşıda da paranın tahsil edildiği kasa yeri ve kırtasiye malzemeleri bulunurdu.
Kitapların olduğu bölüm de kendi içinde ikiye ayrılırdı. Yeni gelen kitaplar giriş kapısına yakın yerde, bir evvelki sene gelmiş olanlarla, indirimde olan kitaplar da hemen onun devamında, içeri doğru giden bir banko ve raf içindeydi.
Önce, yeni gelen kitapları iyice karıştırmış, sonra da neredeyse hepsini ezbere bildiğim bir sene evvel ve çok daha önceleri gelmiş kitaplara tek tek göz attıktan sonra gözüme kestiklerimi alıp Kemal beye 2 şilin ödemek üzere kasa olarak kullanılan bankoya yöneldim. O dönemde 2 şilin iyi bir paraydı. Sarayönü’ndeki seyyar sandviççilerden bolibifli (kutu eti) sandviç ve bir bardak ayran bir şiline, yani 10 Kıbrıs kuruşuna alınabiliyordu. 20 sigaralık bir paket Craven A de sanırım 12 kuruştu.
Adımımı dışarı atar atmaz da yaşamın bir başka yüzüyle karşı karşıya geldim ve benim için “hayatımın ilk büyük deneyimi” diyebileceğim bir olayla karşılaştım. …. (devam edecek)