Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki “dindarlık eğiliminin” grafiği çok ilginç detaylar içeriyor…
Mesela, grafikteki ani yükselişlerin tarihleri ne hikmetse darbelerin hemen sonrasına denk geliyor!...
1965-1978 yılları arasında resmi ve gayri resmi dini yapıların sayısı ile bu yapıların sahip olduğu finansal güç bir anda müthiş bir artış göstermiş…
Tıpatıp benzer bir gelişme 1981-1995 yılları arasında da var!...
Postmodern bir darbe olarak tanımlanan 28 Şubat’ın hemen sonrasında, dini cemaat ve topluluklara mensubiyet duyanların sayısındaki müthiş artışın gözlerden kaçması mümkün mü?
Bu örgütler bir yandan taraftar sayısını artırırken; diğer yandan devletle baş edecek miktarda ekonomik kaynaklar edinmiş kendine!...
Kurdukları vakıf, dernek, şirket, okul ve kurs gibi birimler aracılığı ile hem siyaseti, hem bürokrasiyi hem de sivil hayatı ciddi şekilde sallayacak ölçüde mali güce ulaşmışlar…
Bunların arasındaki FETÖ dediğimiz örgüt şayet deşifre olmasaydı; bu tür yazıları yazmamız asla kolay olmayacaktı!...
Belli ki bu büyümeler “hormonal” bir büyüme!...
Sözünü ettiğim dini eğilimler grafiği, aklıma ABD’li ajan John Naisbitt tarafından 80’lerde yazılan “Megatrends 2000” adlı meşhur kitabı getirdi…
Kehanet iddiasıyla yazıldığı söylenen bu kitap, aslında Ortadoğu bölgelerinde çalışacak casuslar için bir el kitabı niteliğindedir…
Coğrafyamızdaki projelerini daha iyi yönetebilmeleri için onlara öğütler verir:
- Etnik milliyetçilik alevlendirilerek,
- Kendi güdümlerindeki mezhep ve tarikatların desteğinde dine yönelimler artırılarak,
- Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği mevzuları sürekli kaşınarak, aile yapısı bireyselleştirilerek,
- Eğitimde fırsat eşitliği paralı eğitimle ortadan kaldırılarak,
- Spor, müzik ve medya başta olmak üzere popüler kültür kanalları “kolayca erişilebilir” kılınarak;
Hedefledikleri şekilde:
- Milli birlik ve bütünlük arz eden yapılar hızla parçalanabilir!
- Dış savaş yerine, iç savaş yoluyla zaferler kazanılabilir!
- “Dini değerler” kendilerine hizmet eden ciddi bir silaha dönüştürülebilir!
- Önemli siyasal sonuçlar üretilebilir!
- Aile kavramı değersizleştirildiğinde; halk, “kuru bir kalabalık” haline getirilebilir!
- İnsanlar paranın veya teknolojinin kölesine yapılabilir!
Bu kitabı hakkıyla okursanız; Türkiye’nin son kırk yılda başına gelenleri de net bir şekilde görürsünüz!...
Bölge insanına yılgınlık, yalnızlık ve çaresizlik aşılayarak, akabinde onları kendi güdümündeki örgütlerin gönüllü erleri haline getirmeleri, bizi içine soktukları psikolojik harbin açık bir delili değil mi?...
Karşılaştığımız olayların veya mevcut gelişmelerin pek çoğu “doğal çizgi” ambalajıyla paketlenip adresimize gönderiliyor!...
Kadere olan imanımızı bir zaaf haline dönüştürdüklerinde, bize yaptıramayacakları ne var?
Dinimizin birinci el kaynaklarını yorumlama yetkisini tekellerinde tutan bu yapıların, “okumamıza değil sadece dinlememize izin vermelerinin” maksadı ne acaba?
Böyle tuzaklarla, özünü İslam’dan alan tüm evrensel değerlerden bizi uzaklaştırıyorlar…
Çünkü, insanlığını kaybedenin, diğer her şeyini de kaybedeceğini çok iyi biliyorlar!...
Elimizde avucumuzda ne varsa hepsine göz dikmişler!...
Mevlana, “iyilerin tembelliği, kötülerin hakimiyetini hazırlar” diyor…
Hazret, sanki bugünü görmüş!...
İçine düşürüldüğümüz oyunun çok iyi oyuncularıyız artık!... Performansımız da süper!
Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet sınırlarını bir hayli zorluyoruz…
İslam’ın baş kaynağı Kur’an asırlardır ortada duruyor; ama ona hiçbir şey sormuyoruz!
Soruları sadece “Kitap Satıcılarına” soruyoruz!... Satıcının da kim olduğunu sorgulamadan!
Bugün bildiğimiz ve uyguladığımız ne varsa, hepsi satıcının bize söylediklerinden ibaret!...
Daha önceden yazmıştım…Ben de imam hatip lisesi mezunuyum…
Babam, “Kitabı bizzat kendisi okusun” diye gönderdi beni oraya…
Okusun, okuduklarını uygulasın, öğrendiklerini de anlatsın istedi!...
Ta baştan meselenin ehemmiyetini bildiğimden, ne bulduysam okudum o Kitapta!…
Fakat gün geçtikçe, okuduklarım ile duyduklarım farklılaşmaya başladı!...
Duyduğum çoğu şeyi, defalarca aramama rağmen Kitabın orijinalinde bir türlü bulamadım!
Ve yeri geldiğinde, bulamadığımı babama söyledim!...
Maalesef toplumumuzun hakim kesimi, okuduklarına değil de, işittiklerine daha çok değer veriyor hala!...
Benim “okuyarak” değil de, “işiterek” öğrendiklerime gelince…
Geçmişte onları bana “en değerli bilgi” diye satanların bugünkü haline bakıyorum ve ibretle şunu görüyorum:
- Söyledikleri pek çok şeyi bugün kendileri değersizleştirmiş!...
- “İşittirdikleri” ile amel etmiyorlar şimdi!... Ve o sözleri, hiç söylememiş gibi davranıyorlar…
İnsanoğlu, değerli ve önemli olan bir şeye sahip olamadığında; elde edebildiği değersiz şeylerle avunup dururmuş…
Sizin anlayacağınız, “okuyarak öğrendiklerimizin” yanında, “işiterek öğrendiklerimizin” züğürt tesellisi olduğunu yeni fark ettik!...