Zor günlerden geçiyoruz… Dünyayı kasıp kavuran dehşet salgından, Koronavirüs’ten bahsediyorum… Tekrara gerek yok… Gazetelerde okuyor, televizyonda izliyorsunuz mutlaka… Hatta neyin doğru neyin yanlış veya kasıtlı olduğu bilinmeyen sosyal medyadan da takip ediyorsunuz sanırım… Bu yüzden sosyal medyada okuduklarınıza azami dikkat edin derim…
20. Yüzyıl’ın en önemli filozoflarından, Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunan Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein, ‘Zor olan zorluğu derinden kavramaktır’ der… Yaşanan zorluğu derinden kavramak işin alfabesi tabii… Yani ‘Bana bir şey olmaz’ düşüncesiyle başlayıp hangi milletten, dinden olursa olsun korkuyu şu veya bu şekilde fırsata çevirmeye varana kadar çeşitli davranışlar… Her zamankinden daha fazla dayanışmaya muhtaç günlerdeyiz halbuki… Söz konusu olan ‘insan yaşamı’… Kanuni Sultan Süleyman’ın dediği gibi ‘Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi’…
Bu zor günlerde fırsatçılığın bir örneğini geçtiğimiz günlerde yaşadık… Almanya’nın Tübingen kentinde biyoteknoloji dalında faaliyet gösteren CureVac isimli firma Koronavirüsü’ne karşı aşı konusunda büyük ilerleme kaydetti. Tübingen Üniversitesi’nde görevli iki bilim insanının 2000 yılında kurduğu bir firma bu… 18 araştırmacı ile işe başlamışlar… Daha kurulduğu ilk yıl kanser tedavisinde kullanılacak bir ilaç geliştirmişler… Şimdi de Korona’ya karşı aşı için büyük ilerleme kaydetmişler…
Bunu öğrenen ABD Devlet Başkanı Donald Trump’un, firma için hemen bir milyar dolar teklif edip aşının kullanım hakkının sadece ABD’ye ait olmasını talep ettiği iddia edildi… Dünya şok oldu… İşte bu eğer doğruysa zor günlerin fırsatçılığına büyük bir örnek değilse nedir… Firmada en büyük hisseye sahip Alman milyarder Dietmar Hopp karşı çıktı… ‘Aşı bulunacaksa tüm insanlığın malı olacak’ deyince konu kapandı…
Bu arada Türkiye’de aşı deyince akla 1721’de Konstantinopel’deki İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu gelir… Lady Montagu ülkesine yazdığı bir mektupta İstanbul’da çiçek hastalığına karşı ‘aşı’ olduğunu yazar… Sonra da 2. Abdülhamit ve Fransız Pasteur gelir… Kuduz aşısını keşfeden Pasteur, enstitü kurmak için 2. Abdülhamit’ten yardım, destek ister… Pasteur’a Mecidiye Nişanı ile birlikte 10 bin altın gönderilir ama aynı zamanda Osmanlı’dan üç kişinin yetiştirilmesi istenir. Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane’den müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Dr. Hüseyin Remzi ve Veteriner Hüseyin Hüsnü beyler Paris’e giderler...
Gidip öğrenip gelirler… 1887’nin Ocak ayında ‘Kuduz Tedavi Müessesesi’ kurulur. Bu kurum dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz tedavi merkezi olmuştur. Yani 1885`te dünyada ilk kuduz aşısı bulunur… 1887 Ocak ayı başında Kuduz aşısı Osmanlı’ya getirilir. Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane`de ilk kuduz aşısı üretilir…
Zor günlerden geçiyoruz… Ruhun düşüncelerin rengini aldığını söylemiş Heraklius… Kara düşüncelere dalarsanız ruhunuzu da karanlıklar kaplar. Hayat şimdi olduğu gibi çoğu zaman zorluklarla dolu… ‘Bu yüzden en azından insan bazen yavaşlamalı’ denir… İşte bu günler belki de büyük fırsat… Korkulardan, kaygılardan uzaklaşılmaya çalışılmalı… Ama gerekli önlemleri de almayı ihmal etmeden.