Zihinlerdeki 'Kerbela'

"Harman zamanıydı, baktık köyümüzün üzerinden gökyüzüne bir duman yükseliyor. Koşa koşa biri gitti, döndüğünde 'köy ateşe verilmiş, bir Allah'ın kulu yok, kuş bile ötmüyor' dedi.

Mağaraya sığındık. Üç gün sonra döndüğümüzde bir kişi bize doğru geldi. Kadınlar meraktan karşılamaya gitti. Baktık komşumuz Bese. Yaralıydı, elbiseleri lime lime, kurumuş kan lekeleriyle tanınmaz haldeydi. Vücudunda birçok kurşun ve süngü yarası var. Dedi ki; 'değirmen taşı üzerine yürüttüler, Munzur Nehri kıyısına. Çocuklar su içmeye ağladılar. Alibey'in oğlu Efendi dedi ki, 'su verirlerse içmeyin. Kerbela şehitlerine kavuşacağız, ne korkun, ne ağlayın."

"Kurulu makinalar kurşun yağdırdı üzerimize. Sonra da yerde süngülemeye devam ettiler. Ayaklarından tutup her birini o uçurumdan nehre attılar.' Bese'nin anlattıkları üzerine kardeşimin cesedini görmeye gittim kırım (katliam) yerine. Nehir yatağında bir kayanın arkasında, bir odun yığını gibi üst üste ceset yığını vardı. Çok korkunç manzaraydı. Aklımı oynatacaktım..."

Bu anılar bir Dersimliye ait. Adı Fede. Dersim katliamında yetim kalmış. 1914 doğumlu. Köyünün adı Halvoriye. 14 Ağustos 1938'de köy halkının tamamı toplatılıp öldürülmüş. Köy ateşe verilmiş. Mallarına el konmuş. Fede'nin kurtulma sebebi, o gün yaylada olması. Tesadüfen kurtulduğu katliamda tüm yakınlarını kaybetmiş.

Anlatıyı aktaran Cemal Taş. Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi'ni merak edenler NTV Tarih dergisinin bu sayısına bir göz atabilirler. Hasan Saltık arşivinden edinilen çarpıcı fotoğraflarla aktarılan tanıklıklar, yaşananların sadece bir kesiti. Daha binlercesi anlatılmamış halde duruyor. Kaydedilmemiş binlerce söz, toprağın altında gömülü. Ama işte bu yaşlı katliam mağdurunun dilinde bizlere kadar ulaşan ortak bir hafıza var. Acının biçimlediği ortak bir tarih. "Su verirlerse içmeyin. Kerbela şehitlerine kavuşacağız, ne korkun, ne ağlayın" diyen Efendi'nin hatırlattığı geçmiş canlılığını koruyor. Dün Kerbela şahadetinin yıldönümüydü. Muharremin 10'u. Hüseyin için yakılan ağıtlar devam etti.

Yıllar önce İran'ın başkenti Tahran'da bir Muharrem töreni izlemiştim. Kerbela çöllerinden yürüyerek yalın ayak gelen kafilelerin zincirlerle göğüslerine vurup 'Hüseyin! Hüseyin!' diye ağlamalarını hayret ve huşu ile dinlemiştim. Bana tuhaf gelen, binlerce yıl öncesinden hatırlanan acının hâlâ o kadar canlı hissedilmesiydi. 'Hüseyin' adının, zikredildiği çoğu yerde yüreği çizen bir hançer gibi acı vermesi herhalde sadece İslam tarihi ile açıklanamaz.

İnsan, ortak bir hafızanın ürünüdür. Tıpkı ortak bir tarihin ürünü olduğu gibi. O hafızada biriken tarihin hangi motifi ile kendimizi tanımladığımız biraz da tarihin akışına bağlı. Kerbela sonrası Şii tarihi farklı yazılsaydı (mesela Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim'e galip gelseydi) bugün sadece yas ve ağıtla tarif edilen Kerbela kim bilir ne tür ritüellere konu olurdu.

Dersim mağdurlarının Kerbela şehitleri ile kurdukları özdeşlik şüphesiz ortak hafızadaki mağduriyete dayanıyor. İşte Başbakan Erdoğan'ın devlet adına özür dilemesi diğer boyutları bir yana bu ortak hafızaya, ortak hafızadaki acıya göndermelerle dolu tarihe dokunduğu için önemli. Tam bu noktada Başbakan'ın Dersim çıkışına Alevilerden yeterli desteğin gelmemesini sorgularken, Alevilerin tarihsel hafızasına bakmak gerekiyor. Seküler ideallerle Dersim katliamına imza atan Cumhuriyet kadroları, Dersimlilerin dünyasında o gün 'Yezid' ile özdeşleşmişti. Cumhuriyet'in ilk yıllarını takip eden dönemde aynı kadrolar, Alevileri Osmanlı zulmünden kurtaran kahramanlara dönüştüler. Bu yeni kahramanlık destanı tamamen kurgusaldı. Çünkü Alevilerin anlam dünyasında 'Yezid'likten kahramanlığa transferin bir örneği yoktu. Biraz da o sebeple Cumhuriyet'in ilk yılları Alevilerin hafızasından silindi.

Başbakan, pragmatik kaygılarla el attığı Dersim konusunda tüm bu tarihsel sebeplerle çok önemli bir eşik yakaladı. Sünni İslam karakteri baskın olan iktidar partisi, tartışma zemini yaratırken gösterdiği cevvalliği, devletin Alevilere yaşattığı acıları telafi ederken de gösterebilirse bu eşiğin hakkını vermiş olur. Çünkü Alevi ortak hafızasını oluşturan travmalar en az Dersim, Koçgiri kadar, Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarıyla da şekillenmiştir.