Yoksul halk çocuklarının savaşı


Haberler, hep bu detaya dikkat çekiyor.
Oysa asıl belirleyici fark, şehitlerin etnik kimliği değil ki...
İçlerinde Türk de var Kürt de...
Asıl ortak nokta, hepsinin yoksul halk çocukları olması...
Görüyoruz cenazelerin çıktığı yerleri:
Yıkık dökük gecekondular, nasipsiz varoş evleri...
Dövünen kasketli köylüler, ağıt yakan başörtülü anneler...
Terhis olup iş bulabilmek, bir yuva kurabilmek için şafak sayan şehit öyküleri...
Han hamam sahiplerinin çocuğu yok içlerinde...
Askeri-sivil iktidar elitinden, “Bu bayrak inmez” nutku çekenlerden, habire ahkam kesen bizlerden birinin oğlu yok.
Asıl dikkat çekilesi detay, asıl “yaman çelişki” bu...
Etnik sanılan sorunun, “şehitlik” payesiyle gizlenen sınıfsal özü burada...
* * *
Madalyonu ters çevirip gizlenen yüze bakalım:
Beytüşşebap’taki çatışmada öldürülüp sokak ortasına bırakılan PKK’lıların başında bekleyenlere dikkat ettiniz mi?
Onlar da aynı profilden insanlar:
Doğu’nun fukaralığında büyümüş, devlet diye sadece askeri görmüş, isyanı kimlik, dağı çare bilmiş işsiz gençler, öfkeli erkekler, asi kadınlar...
Bir kısmı PKK’lı diyelim; içlerinde “Acaba orada yatan oğlum mu” diye soran, cenazesini almaya gelmiş olan, savaştan yüreği kavrulan ana babalar yok mu?
Örgüt ve devlet, farklı rakamlar veriyor ölü sayısına dair...
İkisi de kayıplarına “şehit” diyor.
Ama “şehit”lerin ana babası için onlar birer rakam değil, birer isim, kokladıkça nemlenen birer resim...
Evlat acısının dengi yok ki...
Gözyaşının rengi yok.
* * *
Savaş, kentteki, dağdaki korunaklı karargahlara uzak...
Savaşa karar verenin, çatışma emredenin canı yanmıyor.
Onlar “Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız” dese de, akanın kendi kanı olmayacağını biliyor.
Şehidini uğurlayan ana babalarsa, düşmanı sevindirmemek için yegane sermayesinden, gözyaşından da feragat ediyor, ağlamamaya zorluyor kendini:
“Öbür oğlum da feda olsun, yeter ki vatan sağolsun” diyor.
Vatan, evlatlarımızın en kıymetlisi bizim...
Karşılıksız sevdamız.
Ama bu insanlar bir gün sormayacak mı:
“Vatan hepimizin eviyse, neden hep biz yoksulların yavruları ölüyor?
“Neden savaş kararı verenler, en önde cepheye gitmiyor ya da kendi oğullarını sürmüyor mayınlı yollara?
“Neden fidanlarımıza hayat vermesini beklediğimiz bu vatan, ancak onların kanıyla sulandıkça sağ oluyor?
“Çocuklarına şehitlik dışında unvan, paye, mertebe verememiş bu nizam, uğruna dökülen bunca kanı, yitirilen onca canı, çekilen hudutsuz acıyı hak ediyor mu?”
* * *
Uludereliler, üzerlerine “yanlışlıkla” bomba yağdıran ve kendilerinden bir özrü esirgeyen ordunun aracı kaza yaptığında, akrabasına koşar gibi Mehmetçik’e yardıma koştu geçende...
Bizi kurtaracak şey, iki tarafın savaş davulcusu değil, bu kadim kardeşlik duygusudur.
Türk ya da Kürt, birbiriyle derdi olmayan, ekmeğinin peşinde koşan, aynı fukaralığın emzirdiği bu halk, savaştan nemalananların, etnik husumet yayanların, şahsi ikbal hesabını şehit bayrağına sarıp saklayanların, yoksul halk çocuklarını birbirine kırdırma oyununu anlayıp dur dediğinde, çözüm de ufukta görünecektir.
O gün, çok uzakta değil.

(Milliyet gazetesinden alınmıştır)