Olabilirim de olmayabilirim de...
Gençliğimde, epeyce bir zaman, kafamda bir mezhep fikri yoktu.
İzmir’de kimsenin aklına böyle bir soru sormak gelmezdi. Türk’ünü, Kürt’ünü, Rum’unu, Arap’ını bilirdim.
Ama Sünni’sini, Alevi’sini hiç duymamıştım.
Bir keresinde babamın “Biz Hanefi’yiz” dediğini hayal meyal hatırlıyorum.
Sonra bir daha hiç işitmedim.
Yeminle söylüyorum, “Hanefi nedir” diye de merak etmedim.
* * *
Üniversite yıllarımda, Paris’te öğrencilik döneminde de merak etmedim.
Sonra öğretim üyeliği yıllarım geldi.
Yine öyle bir merak uyanmadı bende.
Alevilik konusundaki ilk merakım, İstanbul’da Hürriyet’in genel yayın yönetmenliğine başladığım yıllarda oldu.
Gaziosmanpaşa olayları başlamıştı.
Bir İtalyan gazetesi, Akdeniz abartısı ile “Boğaziçi yanıyor” diye manşet atmıştı.
Yazıişleri masasında, “Yok artık” diye bağırmıştım.
İşte ilk defa o gün aklıma geldi ve o soruyu sordum:
“Arkadaşlar, aramızda Alevi var mı?”
Sonra 12 kişilik masadan iki el kalktı.
Sanki biraz ürkekçe kalmış gibi geldi bana.
Sorduğuma da pişman oldum.
Sonra iyi yaptığıma kanaat getirdim.
O günlerde hâlâ 20’nci yüzyıldaydık ve ben “Bir insan Alevi’yse, bunu söylemeye neden çekinir ki” diye düşünmüştüm.
Doğrusu Alevilere baskı var gibi bir duyguya da sahip değildim.
* * *
Bugün olup bitenleri, seçim meydanlarında söylenenleri gördükçe, irkiliyorum.
İnanamıyorum.
Türkiye’yi cihanşümul bir “Sünni devleti” haline getirme gayretkeşliğini, misyonerliğini gördükçe...
Dış politikanın eksenine ağır ve irkiltici bir “Sünni” ideolojinin yerleştirilmeye çalışıldığına tanık oldukça, endişem artıyor.
“Türk-Sünni” çoğunluğun bir üyesi olduğum için de kendimi oluşan bu iklimden sorumlu hissediyorum.
* * *
“Acaba ben gizli bir Alevi miyim?”
Hacı anneanne ve babaannem, hacı dedem, bütün sülalem, Bulgaristan göçmeni, inançlı Sünniler.
Ama ben bu ülkenin Alevi üyelerini kendime çok yakın görüyorum.
Çünkü her geçen gün bana, bir “Alevi duruşu”, “Alevi karakteri” olduğunu gösteriyor. İyi bir eğitim anlayışlarının bulunduğuna, ailelerin kültürel özelliklerini yeni nesillere köklü biçimde aktardıklarına, moderniteyi savunduklarına tanık oluyorum.
Geçenlerde, bir Alman dostuma, asistanlığını yapan Türk kadınının “Alevi olup olmadığını” sordum.
Çünkü duruşu, karakteri, iş disiplini, açıklığı, modernliği bana böyle bir izlenim vermişti.
O da bilmiyordu. “Sorayım” dedi.
Hayır, Sünni’ymiş.
Karakter üzerinden bir genelleme yapmanın yanlış olduğunu orada anladım.
* * *
Sonra oturup düşündüm.
Hayatımın ilk 60 yılında sorma ihtiyacı duymadığım soruyu şimdi niye soruyorum.
Bu soruyu sormamayı mı tercih ederdim, ona da karar veremedim.
Çünkü sormanın ayıp olmadığını da öğrendim.
Ama Türkiye’de yaşayan, bu ülkeyi son vatanı olarak kabul eden bir göçmen çocuğu olarak, mahzunum, hüzünlüyüm, ıstıraplıyım.
Biz niye böyle günlere geldik?
Sünni veya Alevi olmak...
Türk veya Kürt olmak, ruhumuzda niye bu kadar sorunlu bir duyguya dönüştü?
Niye bazılarımız, sahip oldukları bu aidiyet duyguları üzerine bu kadar çöreklendi?
* * *
O yüzden haykırmak istiyorum:
“Yoksa ben gizli bir Alevi miyim?”
Sünnilik, yani benim de ait olduğum mezhep adına yapılan hoyratlıklara isyanımı böyle dile getirmek istiyorum. Oysa ben Hanefi olduğumu fark etmediğim, mezhebimi merak etmediğim, aklımın ucundan geçirmediğim günleri özlüyorum...
Çünkü bu “çoğunluk yükü” bana ağır gelmeye başladı...
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)