Yine hep Ortadoğu

Evin salonunda oturmuş gazete okuyorum.

Dışarıdan slogan sesleri yükseliyor. Arap ritmiyle çalınan defler ve Arapça sloganlar... Sanki Arap Baharı, Teşvikiye’den başlamış gibi bir durum.
- Balkona çıkıyorum: Teşvikiye Meydanı’nda, Suriye Konsolosluğu’nun tam önünde gösteri var. Arapça sloganların arasında Türkçe sloganlar atılıyor: “Katil Esad / Suriye’den defol.”
- Yeniden içerideyim. Gazeteleri karıştırmaya devam... Gazetelerde Suriye’nin PKK’ya verdiği destekten söz ediliyor. Ayrıca PKK içindeki Suriyeli Kürtlerin son eylemlerdeki rolü üzerinde duruluyor. Esad’ın PKK eliyle Türkiye’den intikam almaya çalıştığı yazılıyor.
- Tam bu sırada dışarıdan gelen slogan sesleri daha da yükseliyor: Esad’ı lanetleyen haykırışlar ortalığı kaplamış durumda... Teşvikiye’nin göbeğinden tekbir sesleri yükseliyor.
- Bazıları gürültülü vakalarda olay yerini derhal terk etmeye kodlanmıştır. Bense tam tersiyim. Olay yerleri çeker beni... Tekbir sesleri üzerine yeniden balkona çıkıyorum. Kalabalık aynı. Sadece sesler daha da yükselmiş. Semt ahalisiyse ilgisiz, kaygısız, işinde gücünde...
- Gazetelere dönüyorum: Kaddafi’nin nasıl linç edildiğini anlatan öykülere dalıyorum. Gazete köşelerinden birinde “Esad’ın sonu da böyle olacak” yorumu... Dışarıdan sesler yükseliyor: “Katil Esad / Suriye’den defol.”
- En sonunda Hasan Hüseyin Korkmazgil’in yaklaşık 40 yıl önce yazdığı, Ahmet Kaya’nın da yaklaşık 30 yıl önce bestelediği o dizeleri anımsıyorum: “Yine mız mız sıkıntı / Yine hep vıdı vıdı / Yine hep televizyon / Yine hep Ortadoğu...”

- “Teröristleri inlerinde vuracağız” klişesi...
- “Geniş çaplı operasyon başlatıldı” klişesi...
- “Milli birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz an” klişesi...
- “Sağduyu ve itidale çağrı” klişesi...
- “Terörün arkasında dış güçler var” klişesi...
- “Teröristle vatandaşı birbirinden ayıralım” klişesi...
- “Terör saldırısı üzerinden muhalefet yapmayın” klişesi...
- “Teröre moral veren yayınlardan kaçınalım” klişesi...

Matem günlerinde nasıl yayın yapılmalı

Benim önerim şu:
Ne, “Ölenle ölünmez... Hayat devam ediyor” gerekçesiyle ortaya çıkacak vurdumduymazlığa kendimizi kaptıralım...
Ne de işi gösterişçi bir matem şovuna vardırarak cenaze marşı ağırlığını ekranlara taşıyalım...
Yani kararında, ölçülü, asil bir tepkiselliği gerçekleştirelim.
Ve yayıncılara güvenelim:
Program iptal etmek yerine programcının mateme uygun yayın yapmasını bekleyelim.
Şehit cenazeleri toprağa verilirken herhangi bir programcı göbek attıracak değil ya...

Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği Başkanı Hakan Zihnioğlu, Celâl Şengör Hoca için “Yazdığı birçok makale, kitap ve denemeye karşın onca ödül, onurlandırma vs. sahibi de olduğu görünmüyor” diye yazmıştı.
Celâl Şengör Hoca, bu cümleye takılmış. Aldığı 30’u aşkın uluslararası ödülü tek tek sıraladıktan sonra... “Benim ödüllerim, naçizane, yukarıdadır. Bunları bu şekilde teşhir mecburiyetinde kalmam beni maalesef üzmüştür, ama bu, Boğaziçi Üniversitesi’nin en azından cevap yazan mezunlar derneği başkanı zata araştırma yapmayı öğretememiş olduğunun ispatı olarak mühimdir ki bu da bu üniversite hakkında dediğimin mini mini de olsa maalesef bir teyididir.”
Gelelim Celâl Şengör Hoca’nın ödüllerine...
Amerikan, İngiliz, Fransız, Rus üniversitelerinden çok sayıda ödülü var Hoca’nın... Ayrıca birçok ülkenin bilim kurullarından onur nişanları ve madalyalar almış. 1991 yılında Avrupa Akademisi’ne seçilmiş. Akademi’ye atanan ilk Türk o...  Yer darlığı nedeniyle ancak bunlardan söz edebiliyorum. Ancak dileyene Hoca’nın ‘İşte ödüllerim’ başlıklı listesini gönderebilirim.

- Dedik ki: Tutukluluk cezaya dönüşmemeli...
- Dedik ki: Deniz Feneri şüphelilerin tutuklanması yanlış idi...
- Dedik ki: Tutukluluk bir istisnadır.
- Dedik ki: Tutuklu yargılanmamak, beraat etmek anlamına gelmez.
Bütün bunları söyledik.
Şimdi de diyoruz ki:
Eğer Deniz Feneri tutukluları için estirilen tahliye rüzgârı, başka tutuklular için estirilmezse...
Şöyle şeyler olur:

GÖKYÜZÜ KOKUŞUR

- Çok ama çok ayıp olur.
- “Mustafa Balbay neden içeride, Zahid Akman neden dışarıda” sorusu dağ gibi iner beynimize...
- Nedim’in, Ahmet’in ahı gökyüzünü kaplar.
- Hepimiz dilsiz şeytan oluruz.
- “Bütün tutuklular eşittir ama bazı tutuklular daha eşit” sözü devreye girer.
- Seçilmiş milletvekillerinin neden hapiste tutulduğunu, yeryüzünün hiçbir parlak cümlesi açıklayamaz.
- Bütün tutuklular, “Bizim savcıları da değiştirin” diye ayaklanır.
- Tutukluluk sadece Deniz Feneri için bir ‘istisna’ olur.
- Adalet ve hakkaniyet kocaman bir yara alır.
- Gökyüzü kokar, kokuşur.
- Muhalefetin “İktidar Deniz Feneri’ni kolluyor” iddiası geçerli olur.