Son yıllarda başlıktaki fikri (öldürmeyi bırakın, konuşun ve şiddete son verin) şu veya bu şekilde işleyen kaç yazı yazdığımı bilmiyorum.
Ama yazmaya devam edeceğim, çünkü bu giderek anlamsızlaşan şiddeti durdurmak için benim yapabileceğim, elimden gelen başka bir şey yok... Ne yazık ki öldürme devam ediyor. Öyle ki, bu satırları yazmaya başlarken PKK'nın, Bitlis'in Güroymak-Norşin ilçesinde kurduğu pusuda 5 polis ve yoldan geçen kamyonetteki 4 yaşındaki Hiranur ile 13 yaşındaki Resul dahil 4 kişinin can verdiğini okumuştum. Satırları yazarken Çukurca'daki PKK saldırılarında 24 askerin şehit olduğu ve bir o kadar da PKK militanının öldüğü haberi geldi.
Ne yazık ki öldürme devam ediyor. Tam da Kürt çoğunluklu bölgenin, tam 174 sivil toplum örgütünün barış müzakerelerinin sürmesi ve eşzamanlı ateşkes çağrısı yaptığı günlerde... Tam da Van bağımsız milletvekili, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın avukatı Aysel Tuğluk'un "Kürtlerle Türklerin bütün badirelere rağmen herkesi şaşırtacak bir beraberlik sergileyeceğine ve geleceklerini birlikte kuracaklarına inanıyorum..." diye başlayan yazıyı yayımladığı günlerde (Radikal, 9 Ekim).
Tuğluk, söz konusu yazıda önerilerde bulunuyordu: 1) PKK'nın militanlarını sınır dışına çekmesi karşılığında Öcalan'ın (silahların susması için çalışmasını mümkün kılacak şekilde) ev hapsine alınması. 2) Kürt sorununa anayasal çözüm ve "toplumsal barış yasası" (siyasi af) karşılığında PKK'nın silahları bırakması.
Eğer şiddete son vermek isteniyorsa Tuğluk'un önerileri ciddiye alınmalı. Önerilerin ciddiye alınması için de PKK şiddetinin durması şart.
Evet, Kürt sorununu bitirmek ve şiddete son vermek, herkesten önce hükümetin sorumluluğu. Bu sadece Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin, Türklerin ve Kürtlerin yarısının verdiği oylarla ülkeyi yönetme sorumluluğunu yüklenmiş olmasının bir gereği değil, on yıl sonra dünyanın en güçlü on ülkesinden biri olarak Türkiye vizyonunu gerçekleştirmek için başarması gereken en önemli iş. Evet, hükümet Kürt sorununu çözmek, Türkiye'yi ileri bir demokrasi yapmak için Kürt kimliğinin serbestçe ifadesinin önündeki bütün anayasal ve yasal engelleri kaldırmak mecburiyetinde. Kürt sorunu bu yöndeki reformların sürmesiyle çözülebilir ve reformlar her koşul altında devam etmelidir. Türklerin ve Kürtlerin yarısının hükümetten en temel beklentilerinden biri de budur.
Muhakkak ki her reformla Türkiye Kürtlerinin demokrasiye ve yönetime olan inancı, şiddetle hak aramaya duyduğu giderek yükselen tepki güçlenecektir. Bu bağlamda şiddete bulaşmayan insanların hapse tıkılmalarına ve devlete düşman edilmelerine yol açan Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Kanunu hükümlerinin en kısa zamanda değişmesi şart.
Evet, Türkiye Kürt sorununu, anayasal ve yasal reformlarla çözebilir. Ama PKK sorunu ne yalnızca reformlarla ne de askerî yoldan çözülebilir. 30 yıldır süren mücadeleden çıkan temel ders budur. PKK sorunu da ancak siyasi yoldan, yani öldürerek değil konuşarak çözülebilir, bunun anahtarı da Tuğluk'un önerilerinde bulunabilir.
Ne var ki Tuğluk'un mensup olduğu siyasi harekete, öncelikle de Barış ve Demokrasi Partisi'ne de şimdi her zamandan daha büyük bir sorumluluk düşüyor. Siyasi çözüm yolunda ilerlenebilmesi için silahların susması, öldürmenin durması şart. Öyle günlerden geçiyoruz ki BDP, eğer gerçekten barış istiyorsa, sadece devlet şiddetine değil, PKK şiddetine karşı da kesin tavır almak zorunda. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Hakkari'deki terör saldırısıyla ilgili olarak, "Ülkenin dört bir yanında ocaklara düşen bu ateş hepimizin yüreğini yakmış, her birimizi derinden sarsmıştır. Acıların kelimelerle ifade edilemediği anları yaşıyoruz..." demiş. BDP, silahların susması için bütün imkânlarını kullanabilirse, "Kürtlerle Türklerin bütün badirelere rağmen herkesi şaşırtacak bir beraberlik sergileyeceğine ve geleceklerini birlikte kuracaklarına (ben de, kesinlikle) inanıyorum..."