İki hafta geçti, iki de hafta sonu. Zelihay’ı bekledim gelmedi. Oysa nasıl mutlu olmuştum o gün, bebekler gibiydim. Şimdi uçurtması kaçmış bir çocuk gibi üzgün ve eksik hissediyorum kendimi.
Duşumu aldım. Saçlarımı kurutup düzleştirdim. Geceliğimi giydim. Birazdan biten günüm için teşekküre geçip, günlüğüme bir kaç satır bıraktıktan sonra, yastığıma başımı koyacağım. Yarın iki davam var; sabah ve öğlen. Dinç olmalıyım. Masama geçtim. Pembe kaplı defterimi aldım ve krem rengi sayfasını açtım. Kalemim elimde, şimdi yazıyorum.
Ey güzel evren,
Sana belki layık olamıyoruz. Belki içindeki kiminizi yakıyor, kiminizi susuz bırakıyoruz... Ama yağmurumuz var, güneşimiz var, uçan kuşumuz, böceklerimiz ve hatta görünmeyenlerimiz var. Her şeye rağmen tüm evrendeki canlı ve cansızlara değer veren insanımız var. Lakin, kimileri de ya sadakat, ya merhamet yoksunu ya da sevmeyi sadece kendileri için bilmişler. Dünyaya geliş sebepleri sadece bu sanki...
Yarın ki davalarımdan biri Şeyma Hanım’ın kavgası ve direnişi üzerine. Ne sevmiş eşini! İnsan bekleyip de bir şeylerin değişmeyeceğini bilince, sevdiği halde sevdasına yol verebiliyormuş. Gözlerindeki çaresizliği, yüreğindeki narlı korun sıcaklığını hissediyor gibiyim. Ya Ahmet Bey? Onun sayfamda yeri bile yok! Kadını ağlatan bir erkek! O hayata nasıl gülebilir acaba? Hayali bile sahte gibi!
Şeyma Hanım benimle ilk temasa geçtiğinde Türkçe konuşuyor olmamın heyecanı içindeydi. İngiltere gibi bir ülkede Türklerin % 60'ının Londra’da yaşadığını düşünürsek, normaldi tepkisi. Sesi kadife gibi yumuşacıktı telefonda. Yüzünü görmeden ince belli, zayıf bir hanımefendi olduğunu hayal etmiştim nedense! Görüşmeye geldiğinde yanılmadığımın farkına varmış, böyle güzel bir bayanın nasıl hüzün içinde olabileceğini düşünürken, adeta yalvarırcasına ‘Bana yardım et.” bakışlarına takılmıştım o gün.
Kutu kâğıt mendili uzatırken, kolonya da tutmuştum. Sonra Şeyma Hanım ise, ince ince düşen gözyaşlarını silmiş, yarı tebessüm karışık ifadeyle, avucunu açarak sol elini bana doğru uzatmıştı. Bir kaç damla kolonyanın ardından teşekkür edip elini çekmişti. Beyaz tenli siyah saçlı bir bayandı. Belini geçen saçları parıl parıl parlıyordu.
Neyse, mevzu uzun. Otuz beş senelik eşini boşamak istiyordu. Neden dediğimde, “Bir evlilikte üç kişi olmaz! Dört, beş, altı, yedi.... olmaz. Şimdi torun sahibi de olduk. Olmaz! Biliyordum çapkındı, ama bırakır beni sevince sanmıştım ve onca yıllık eşim hiç farkına varmadığımı sandı. Hepsinden haberim vardı. Her iş seyahatinin sonrasındaki üzüntümü ifade etmem mümkün değil. İşlerin ilerlemesiyle zaten eve de geç geliyordu. Hani çocuklar ve torunlar olmasa bu güne kadar zor idare ederdim. Onlar benim yaşam sebebim oldular. Eşim, evimin ve benim hiç bir şeyimi eksik etmedi. Ne zaman işler büyüdü, daha bir değişti. Ev dışında mükemmel bir çift, içinde ise sadece çocukluk arkadaşı olmuştuk. Telefonu hiç susmazdı. Bana para verince mutlu olacağımı sandı. Ben, otuz beş yılımı istiyorum. Beni, ben olduğum için seven. Tanıştığım günkü eşimi istiyorum. Ağzında bir kelime dahi yalanı olmayan. Güvendiğim, dünyam bildiğim. Onu yüreğimin neresine sığdırabileceğimi bilemediğim eşimi istiyorum.” demişti.
Ben yutkunuyordum dinlerken. Yudum yudum su içiyordum. Niye onca sene diyecek oluyordum ama diyemiyordum. Mümkün mü söylemek, bir de bu meslekte!
Ahmet Bey’i ilk defa yarın sabah göreceğim. Merak ediyorum. Acaba o yılları neden biriktirmiş? Üçüncüleri neden olmuş? Bir başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurabilmiş mi? Pamuk şekerinden mutlu olan bir çocuk gibi, şekeri bitinceye kadar mıydı mutluluğu? Bu davranışı tek kelimeyle kadınlara sergilenen saygısızlıktı.
İnsan sevdiğini değil üzmek, tırnağı kırılsa titrer üstüne... İncitmek ne kelime! Lügatımda olmayan, ama âlâsını kaleme döken ben! Yeni güne günaydın demek üzere, dökülen gözyaşlarının hesabını sormak üzere! Demekki acı sabrın meyvesi bazen tatlı olmuyormuş, daha da acı oluyormuş! Bilirsen... Ey yeşil gözlü evrenim, cennetine al! Üzüntüleri yut; sevgi ve huzuru bırak kendinle! Sev!...
Defterimi kapadım. Türkiye’den getirdiğim yün yorganıma sarıldım. Alarmımı kurdum. Vekilim için yarının güzel bir gün olması ve uyanabilecek olmam umuduyla, gözlerimi kapadım.
Devamı diğer yazımda... Takip etmeyi unutmayın...
Hülya Kars