Geçen zamanın sessiz testeresi…
Bir yılı daha geride bıraktık. Kayınvalidem her yıl olduğu gibi geçen haftalarda hep “Yine Aralık ayının sonu geldi. Yine bir yıl geçti” diyordu. Aslında kayınvalidem için her yıl yaz geçince sanki yıl hızla bitmek üzere.
Onun bu düşüncesine karşı koymak mümkün değil. İnsanlar yaşlandıkça zamanın daha çabuk geçtiğini düşünürler. Zaman kavramının niye değiştiği bilim adamlarınca hep araştırılmış… Sonunda ortaya ne çıkmış bilmiyorum ama Alman felsefeci Emmanuel Kant bu konuda “Zaman sessiz bir testeredir” demiş. Yani zamanın sessizce akıp gittiğini ifade etmiş.
* * *
1980’lere kadar Türkiye’de yılbaşı gecesi adeta memleket meselesiydi… Siyah beyaz, tek kanal TRT’de dansöz çıkacak mı … Neyse 31 Aralık 1980 gecesi TRT ilk dansözü ekranlara çıkardı… Nesrin Topkapı… Tüm Türkiye’de sadece Nesrin Topkapı konuşulmuştu… Yıllar sonra Nesrin hanımla Almanya’nın Stuttgart kentindeki ünlü Kral Caddesi’nde (Königstrasse) bir kafede oturup o gecenin perde arkasını konuşmuştuk… Kaldığı otelde yangın çıkmış, elbiseleri yanmıştı… Sohbetimizi Hafta Sonu gazetesinde yazmıştım…
* * *
Yeni yıla girerken Avrupa’da bazı vazgeçilmezler vardır… Hepsini yazmak mümkün değil… Örneğin Almanya’da televizyonlar her yılbaşı gecesi bıkmadan usanmadan “Dinner for One” isimli siyah beyaz skeci yayınlar… 18 dakikalık skeç İngiliz Lauri Wylie tarafından 1920’li yıllarda yazılmış… İlk kez 1963 yılında Kuzey Almanya Televizyonu bu skeci Almanca yayınlamış.
* * *
O tarihten beri sadece her yılbaşı gecesi aksatmadan yayınlanan skeçte bayan Sophie, yılbaşı gecesi 90. yaşgününü kutlar. Davet ettiği dört arkadaşı artık hayatta değildir. Mükellef sofra kurulur… Uşak James, hem hizmet eder, hem de hayali dört davetlinin rolünü üstlenir. Basit gibi görünen bu skeç her yıl Almanya ve İsviçre televizyonlarında gece yarısına kısa bir süre kala kahkahalarla izlenir… Olur mu demeyin… Bu bir ritüel… Oluyor… Örneğin, Avusturya televizyonu ise 1959’dan beri her yılbaşı gecesi Viyana Filarmoni Orkestrası’nın yılbaşı konserini canlı yayınlar… Bu konseri kimin yöneteceği ve eserler günler öncesinden ülkenin gündemini oluşturur… Konser, Eurovizyon aracılığıyla doksan ülkeye verilir… İsteyen ülke yılbaşı gecesi veya ertesi günler yayınlar…
* * *
Yeni yıla girerken hep akıp geçen zamandan söz ederiz… Eşimize, çocuklarımıza, sevdiklerimize niye daha çok vakit ayırmadığımızdan yakınırız… Bu bana hep “Kaybolan zamanın peşinde hız” (Speed auf der Suche nach der verlorenen Zeit) isimli Alman filmini hatırlatır. Film 2012 yılında Alman belgeselci rejisör Florian Opitz tarafından çevrilmiş. Alman rejisör Opitz, oğlu doğunca ailesine daha çok zaman ayırmak istemiş. Bakmış olmuyor. Niçin olmuyor sorusuna filmde cevap aramış.
* * *
Yeni teknolojiler, modern iletişim araçlarıyla daha çok zaman kazanmamız gerekirken zaman darlığından niye planladıklarımızı yapamadığımızı araştırmış. Hızımızı niye teknoloji belirliyor… Kendimize, ailemize niye istediğimiz kadar zaman ayıramıyoruz… Filmde borsacıdan, firma danışmanına, aktörlere, hemşirelere, pilotlara, çiftçilere ve daha birçok kişiyle görüşülmüş. Kayıp zamanın peşine düşülmüş… Herkesin gerekçesi farklı. Sanırım sizin de gerekçeniz farklıdır…
* * *
İnsanın yaşı ilerledikçe zamanın hızlı akıp gittiği düşüncesi ağır basıyor… Bu her şeyin sonsuza kadar devam etmeyeceği bilincinin daha baskın olmasından kaynaklanıyor herhalde… İnsanlar muhtemelen önemli ve güzel görüp de yapmak istedikleri şeyler için zamanın daraldığı düşüncesine kapılıyor… Bana göre bu yaş ile ilgili bir teori… Genç yaşlarda bir yıl sanki bir türlü bitmeyecek gibi uzun gelirken ileri yaşlarda göreceli olarak kısa geliyor. Hangi teori geçerli olursa olsun zaman durmuyor. Velhasıl bazıları için zaman hızla akıp gidiyor, bazıları için sanki geçmek bilmiyor. Ama ne olursa olsun, zamanı nasıl algılarsak algılayalım hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar değerli…
* * *
Zaman dönüşü olmayan bir yol gibi… Zamanı geri döndürmek mümkün değil… Mutlaka duymuşsunuzdur… “Zamanı dondurmak” diye bir deyim var. Bu deyim daha çok fotoğrafçılar tarafından kullanılıyor… Fotoğrafın
çekildiği anı tasvir etmek için “Zamanı dondurduk” diyorlar. Bazen de hayret edilecek bir olayla karşı karşıya kalınca sanki zaman bir an için durmuş gibi “Şaşkınlıktan donup kaldı” derler… Halbuki bunların hepsi avuntu bence…
* * *
Zaman ne donuyor, ne de geri dönüyor. Yıllarca önce hat sanatı sergisinin açılışı için rahmetli Sakıp Sabancı Frankfurt’a gelmişti… Serginin açılışı öncesi müzedeki kafede oturup bir şekilde baş başa uzun uzun sohbet etme fırsatını bulmuştum. Bazılarını yazılmamak kaydıyla içtenlikle anlatmıştı… Sohbetimizde dikkatimi çeken şey hep onun vurguladığı zaman kavramıydı… Yapmak istediği çok şey vardı… Ama sohbetimizde hep “Ben zaman fukarasıyım” diyordu… Rahmetli Sabancı’nın zaman kavramını, yapmak istediklerini ve hat sanatı ile ilgili düşüncelerini de yazmıştım… Ama o dönemki Hürriyet Avrupa baskılarının yazıişleri yetkilileri bunları maalesef teferruat saydı… Gazetede birkaç satırlık “Hat sergisi açıldı” haberini yayınlamakla yetindiler…
* * *
Eski Yunan’da filozoflar, eğittikleri çırakların her sorusuna bir cevap bulmak zorundaymış… Şimdi ise kendi sorularımıza kendimiz cevap arayacağız… Örneğin geçen yıl ne yaşadım, hatalarım veya başarılarım nelerdi, yeni yılda hedeflerim neler, bunları gerçekleştirmek için neler yapmalıyım… Sigarayı bırakacağım, diyet yapacağım, kendime, aileme, sevdiklerime daha çok vakit ayıracağım gibi sorular ve cevaplar uzayıp gider…
* * *
Gazeteler, dergiler her yıl bir sürü şey yayınlarlar… Yılbaşı gecesi iç çamaşırın kırmızı olsun, abur cubur yeme, hindiyi şöyle pişir, çok içki içme, içersen şöyle iç, ertesi sabah erken kalkma, akşamdan kalmaysan şunları yap… Yeni yılda şunları yap, bunları yapma… Liste uzar gider… En iyisi iki uç arasında savrulmayıp eldeki imkanlara göre bir yol tutturmak galiba… Yahşi Batı filminde Cem Yılmaz’ın unutulmaz bir repliği var… “Bunlar hiçbir şey… Daha kötü şeyler olacak…” Veya aynı sanatçının diğer bir filmindeki “Göreceksin her şey çok güzel olacak” repliği gibi iki uç arasında kendine bir yol çizip yürümek en doğrusu sanırım…
* * *
İnternette yıllardır dolaşan bir şiir var… Bir bölüm edebiyatçı, şiirin onüç yıl önce kaybettiğimiz şair Can Yücel’e ait olduğunu iddia ederken, şiirin ona ait olmadığını iddia edenler de var… Kime ait olursa olsun güzel bir şiir… Yeni yıl için küçük bir öğüt niteliğindeki uzun şiiri kısaltarak yazıyorum…
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. /
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin. /
Demeyeceksin işte. / Yaşarsın çünkü. /
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, /
Gökyüzünü sahipleneceksin, / Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. /
“O benim.” diyeceksin./
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin. /
Mesela gökkuşağı senin olacak./
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. /
Mesela turuncuya, ya da pembeye./
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın./
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,/
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. /