Türkiye siyasal bakımdan tarihinin en zor dönemlerinden birinden geçiyor. İç ve dış çevremizde olağanüstü bir kaynama ve belirsizlik var. Yarın ne olacağını, neyin neye yol açacağını, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bir türlü ayırt edemiyoruz. Toplumsal psikolojimiz alt üst olmuş durumda. Kaybettiğimiz sadece insan bedenleri değil; sevgimiz, şefkatimiz, özgüvenimiz, gelecek beklentilerimiz, umutlarımız da yitip gidiyor.
Ve bir yandan da koca bir tarihin, tarihe karışmasını izliyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından bu yana suni olarak yaratılan ve sürdürülen siyasi kurgu artık son demlerini yaşıyor. Rejimler, sınırlar, düzenler, gelenekler birbiri ardına yıkılıyor. 100 yıllık birikim tıpkı bir yanardağ gibi patlarken, ortalığa saçılan lavlar önüne ne gelirse kızgın kucağına alıp kavuruyor. Mezhepler, etnik gruplar, aşiretler, ideolojik gruplar birbirine girmiş durumda. Görünen o ki, bahçemize sonbahar geldi ve yaprak dökümü, kışa hazırlıyor herkesi.
Bizim de önümüzde çok önemli ve acil karar süreçleri var. İç sıkıntılarımızla dış politikamızın bu kadar örtüştürüldüğü bir dönemde kimi değişiklikler yapmadan yol almamız mümkün görünmüyor. Kısaca bazı politik çelişkilerimize ve zorluklara dikkat çekmek istiyorum.
1- Esas nedeni dünya sathında son dönemde belirginleşen politik bölünme olsa da, şu anda Türk dış politikası ile Türk enerji politikası birbiriyle çatışır hale gelmiş durumda. Dış politikamız özellikle Suriye vesilesiyle anti-Rus ve anti-İran bir rotaya girmiş bulunuyor. Suriye konusundaki sıkıntımızın ana sebebi Rusya iken, PKK konusunun bu kadar alevlenmesi de İran kaynaklı gibi görünüyor. Buna karşın Türkiye'nin enerji politikasının ana gövdesi İran ve Rusya ekseninde şekillenmiş durumda. Gerek İran, gerekse Rusya sahip oldukları enerji kartını politik bir silah olarak kullanmaktan çekinmediklerini daha önce defalarca gösterdiler.Siyaseten gerilen ilişkilerimizin enerji politikamızı çökertme riski var ve bu gerçekleşirse yalnızca gündelik hayatımızda yaşayacağımız aksamalardan bahsetmek eksik kalır. Enerjisizlik halinde artık bir sanayi ülkesi olan Türkiye'nin ekonomisinin de çökeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Alternatif kaynaklara yönelmemiz ise alternatif arzcıların azlığı ve zamanlama sorunları nedeniyle mümkün değil. Üstelik nükleer stratejimizin bir ayağı da yine Rusya. Yani kısaca Türkiye'nin Rusya ile ciddi bir çatışma içerisine girmesi eldeki verilerle ihtimal dışı. Bu bakımdan önümüzdeki dönemde dış politika stratejimizi şekillendirirken enerji bakanlığımızın daha fazla müdahil olması gerektiği aşikar.
2- Suriye'den bize yansıyan mülteci krizi giderek daha da acil bir hal almış durumda. ABD ve Batı, Türkiye'ye bu konuda yardımcı olmaktan uzak duruyorlar. Amerikalılar beklemekten yana dursalar da, ne dünyanın ne de bizim ABD'nin başkanlık seçimlerini bekleyecek vaktimiz yok. Bu nedenle insani yardım meselesini gerekirse Rusya üzerinden yeniden tartışmaya açmak ve tampon bölgeyi Rusya'nın katkısı ile kurmaya çalışmak da düşünülebilir. O da doğal olarak eksen kayması tartışmalarının başlaması anlamına gelecektir.
3- Bir süredir AB ile ilişkilerimiz kamuoyunun gündeminden kalkmış durumda. Oysa Türkiye'nin Ortadoğu politikasının başarılı olabilmesinin tek yolu, Avrupa ile entegrasyon projesinin dış politikamızın temel hedefi olmaya devam etmesi. Zira esas yönelim Türkiye'nin Ortadoğululaşması değil, Ortadoğu'ya Avrupa fikriyatının taşınması. Büyük proje, bölgede bir barış ve refah ortamının kurulması, Ortadoğu ve Hazar havzasının ekonomik ve kültürel ilişkiler kanalıyla Batı'yla eklemlenmesi. Lakin son dönemde bırakın bir barış politikasını dünyaya ihraç etmeyi, Türkiye kendi içerisinde bile ciddi bir siyasi çatışmadan muzdarip. Kısaca dışı sizi, içi bizi yakıyor.
Zor dönemler zor kararlar gerektiriyor. Bu süreçte en önemli konu derin, objektif ve çok boyutlu değerlendirmelerin yapılabilmesi. Bir an önce politikaların uyumlaştırılmasının yanı sıra, kurumların kendi aralarındaki çatışmaları bırakıp, ortak ve milli bir stratejiyi hayata geçirmesi gerekiyor.
(Akşam gazetesinden alınmıştır)