Yeni Anıtkabir adabı

CUMHURBAŞKANI, 19 Mayıs’ta Anıtkabir’e çıkmadı.

Başbakan da...
Sadece Spor Bakanı çıktı.
“Laik kesim” isyanda...
“Olur mu böyle olur mu?” diye feryatlar yükseliyor.
* * *
Oysa “Olur” demeliler.
Hatta mutlu bile olmalılar...
Çünkü...
“Yeni Anıtkabir adabı”, o çok yakındıkları iki yüzlülükleri bir anda silip atmış vaziyette.
Düşünün:
Zorlama saygı duruşu yok, içten geçenin dışa yansıtılmadığı pozcu sevgi gösterisi yok, klişenin ötesine geçmeyen defter imzalamalar falan yok. Mecburiyetten saygı gösterileri olmasındansa hiç olmaması daha iyi değil mi?
* * *
Hem yakınılmıyor muydu, “Bunlar içten gelen bir saygıyla çıkmıyorlar Ata’nın huzuruna” diye...
“Ne yüzle çıkıyorlar Ata’nın huzuruna?” falan şeklinde Kemalist cümleler az mı kuruldu bu ülkede? O halde bu feryat neden?
Gitseler, “Ne yüzle çıkıyorsunuz Ata’nın huzuruna” tepkisi... Gitmeseler, “Ata’nın huzuruna çıkmak istemediler” tepkisi... Ne istendiğine bir karar verilmesinin vakti gelmedi mi?
Saygı, sevgi, ihtiram...
Bunlar zorla, zorlamayla olacak işler değil.
Bırakın, gitmesinler.
Ya da...
Bırakın, ne zaman içlerinden geliyorsa o zaman gitsinler.
Böylece...
İçten gelen hakiki saygı ve sevgi ile mecburiyetten kaynaklanan saygı ve sevgi arasındaki fark ortaya çıksın. Sırf bu gerekçe bile “Yeni Anıtkabir Adabı”nı saygı ve sevgiyle selamlamak için yeter de artar.

- YAĞMUR: Yağmur yağıyordu. İçimden geçirdiğim cümle şu oldu: Yağmur bir şehre bu kadar mı yakışır.
- KONYAALTI PLAJI: Çok fazla plaj görmedim ama hayatımda gördüğüm en şahane plaj diyebilirim. Hele gün içinde renkten renge, kılıktan kılığa giren arka fondaki iki tepe... Şiir düşmanı adama bile şiir yazdırır.
- 19 MAYIS YÜRÜYÜŞÜ: Neredeyse unutmuştuk “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganını... Eski bir hatırayı yad eder gibi dinledim bu sloganı... Yağmura rağmen kalabalık hiç fena değildi... Hemen İzmir ile Antalya kıyaslamalarına başladım tabii...
- ALANYA BASINI: Basın örgütlerinden gelen davetlere “hayır” demiyorum. O nedenle gittim Alanya Gazeteciler Cemiyeti’nin ödül törenine... İyi ki de gitmişim. Yerel basında başarılı işler yapan meslektaşlarımla tanışma fırsatı buldum. Kıvançlarına ortak oldum. Alanya Gazeteciler Cemiyeti’nin cevval başkanı Mehmet Ali Dim’i tanımak da işin cabası oldu.
- GÜRSEL ESER: Alanya’daki törende alçakgönüllü bir meslektaşımla daha tanıştım. Hrant Dink’in altı delik ayakkabısının fotoğrafını çeken Gürsel Eser ile... Anadolu Ajansı’nın yeni “Fotoğraf Editörü” olan Gürsel Eser, fotoğrafı nasıl çektiğini anlattı: Değişik bir açıdan çekmek için çaba sarf ediyordum, birden ayakkabının altındaki delikleri gördüm. Birkaç kare çektim. Diğer foto muhabirleri fark etmesinler diye hemen açı değiştirdim”. Kıssadan hisse: Siz siz olun mutlaka farklı bir açıdan bakmayı deneyin.
- ALTEMUR KILIÇ: Kanal 7 zamanında İskele Sancak programına katılırdı Altemur Kılıç... Sonra Alanya’ya yerleşti. Neredeyse 10 yılı aşkın süredir görmüyordum. Alanya’da onunla da karşılaştım. Hatıralara daldı hemen: Rauf Bey’den, Kazım Karabekir’den, Samsun’a çıkan Bandırma Vapuru’ndan falan söz etti. Vedalaşırken kulağıma eğilip “Tarafsız olmayı bırak, tarafsız olmayı bırak” dedi. Sadece gülümsedim.
- “7 MEHMET”: Antalya’da sevgili dostum Kadir Dursun’la buluştum. Birlikte “7 Mehmet” adlı Antalya’nın klasikleşen restoranına gittik. “7 Mehmet”in sahibi Hakkı Bey, Steve McQuinn’den bile daha “cool” bir adam. Girişken, sıcak ve sosyal değil. Alabildiğine mesafeli... Kadir’in ahbabı... Kadir’i kırmadı ve bizim için mutfağa girip “doğaçlama” yemek yaptı. Masaya gelen olağanüstü lezzetli, isimsiz ve bir kez daha yapılması imkânsız yemeklerdi. 
- “SUSESİ”: Bütün otellerin kendilerine yabancı isimler aldığı bir dönemde Türkçe isimle ortaya çıkan bir otel: “Susesi”... Belek’te oteller bölgesinde. Çok geniş bir arazi üzerine kurulu... Görkemli... Kocaman... Mimarisiyle dikkat çekiyor. Bütün bir otel havuzlarla çevrili... Oteli yüzerek baştan sona dolaşmak mümkün... Servis kalitesi olağanüstü... Yemekler lezzetli... Her defasında “bize imtiyaz mı tanıyorsunuz, yoksa bütün müşterilere aynı hizmet veriliyor mu?” diye sormak durumunda kalıyoruz ve her defasında “bütün müşterilerimize aynı hizmeti veriyoruz” cevabıyla karşılaşıyoruz. Benim gibi zor beğenen bir otel meraklısını bile etkilediler yani...

BİR: Bir keresinde bir arkadaşımın düğün töreni için gitmiştim. “Sakallısın” diye almamışlardı. Hiç mesele etmeden sessizce çekilmiştim olay mahallinden.
İKİ: Harbiye Orduevi’nin önünden geçiyordum. Ayakkabı bağcığım çözülmüş. Ayağımı “Orduevi”ni çevreleyen duvarın kenarına koydum. Keskin bir düdük sesi! Etrafa baktım, anlayamadım. En sonunda nöbetçi eri gördüm. “Burada bekleyemezsiniz, devam edin” dedi. Çektim gittim.
ÜÇ: İlker Başbuğ döneminde hayatımda ilk kez resepsiyona davet edildim. Öyle acemiydim ki kendime çekidüzen verme çabasından doğru dürüst gözlem bile yapamadım.
DÖRT: Meclis’te askerlerin kontrolündeki lokantaya girecektik. “Sakallısın” dediler, içeri almadılar. Üstelik yanımızda dönemin etkin bir siyasetçisi olduğu halde...

- CUMHURİYET mitinglerine katılanlar “devlet biziz” duygusundaydı... 19 Mayıs yürüyüşlerine katılanlar ise “iş başa düştü” duygusundaydılar.
- Cumhuriyet mitinglerinde kürsüye çıkanlar “darbe” ile korkutuyorlardı. 19 Mayıs’ta sokaklara dökülenler ise “biz de varız” dediler.
- Cumhuriyet mitinglerine katılanlar asker desteğini arkalarında hissediyorlardı. 19 Mayıs yürüyüşlerinde ise devlet gücüne karşı yürümenin hırsı vardı. 
- Cumhuriyet mitinglerine katılanlar “Köşk’e bizim istemediğimiz biri çıkamaz” diyorlardı. 19 Mayıs yürüyüşüne katılanlar ise “kutlama hakkımızı isteriz” dediler.
- Cumhuriyet mitingleri zamanında hükümet muktedir değildi. 19 Mayıs yürüyüşlerinde ise hükümet tam muktedir.
- Cumhuriyet mitinglerinde “hiçbir şeyimizi kaybetmek istemiyoruz” edası egemendi. 19 Mayıs yürüyüşlerinde ise “artık kaybedecek bir şeyimiz kalmadı” edası egemen oldu.

İZMİR’den Metin Yalçın adlı okurumdan bir “e-posta” aldım. Aktarıyorum:
“Rahmetli Başkan Ahmet Piriştina, 10 yıl önce İzmir’de çimlere basmanın serbest olduğunu ilan etmiş, ‘Burası İzmir. Burada çimlere basmak serbesttir’ sloganını bulmuştu. Diğer şehirleri bilmem ama İzmir’de yıllardır çimlere basma özgürlüğü var.”
Piriştina’yı rahmetle anıyorum.

HAPİSLERDE çürümeye terk edilen Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatları, “CHP’den kiminle görüşelim? Onlara da derdimizi anlatmak istiyoruz” diye sorduklarında hiç düşünmeden “Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’le görüşün, o sizin derdinizi dinler” demiştim.
Aramışlar Aygün’ü...
Dertlerini anlatmışlar.
Büyük ilgi göstermiş Aygün...
Avukatlardan biri telefonuma mesaj attı:
“Tahmininizde yanılmadınız. CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Mirzabeyoğlu Davası’nı ciddiyetle ele aldı. Meclis’te ortak basın toplantısı yaptık. Vesile olduğunuz için teşekkür ederim.”
* * *
Dünkü Radikal’de Özgür Topuz imzalı, Mirzabeyoğlu Davası’nı bütün yönleriyle toparlayan harika bir yazı vardı.
Yazının Aygün’le ilgili bölümünün başlığı şuydu:
“Mazlumun dilinden Dersimli anlar.”
Aynen... Aynen...

DİYETİSYEN Taylan Kümeli, sevgilisinden ayrılmış. Gerekçe?
Sevgilisinin bir tartışma sonrasında Facebook’taki “ilişki durumu”nu olağandan durağana çevirmesi...
Bu duruma fena içerlemiş Taylan Hanım. O da tutmuş bir “tweet” sallamış.
Böylece “aşk” bitmiş.
* * *
Rahmetli dedem bu tür durumlarda şöyle derdi:
“Hasbinallah ve nimelvekil.”

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)