Devrin en müptezelleri, “tutuklatacağız seni” diyorlar.
Dikkat!
“Yargılatacağız” demiyorlar.
“Yargılama sonunda hapis cezası alacaksın” demiyorlar.
Geçer akçenin “tutuklatma” olduğunu biliyorlar ya...
O yüzden “Tutuklatacağız” diyorlar.
* * *
Yetinmiyorlar:
- “Savcılar Ahmet Hakan’ı 2009’dan yana takibe aldı” diyorlar.
- “Savcılar Ahmet Hakan’ın telefonlarını dinlediler” diyorlar.
- “Savcılar onun attığı adımı, aldığı nefesi biliyor” diyorlar.
- “Fezleke ha çıktı, ha çıkacak” diyorlar.
Yani...
Savcıları kullanarak korku salmaya çalışıyorlar.
Savcılar da öyle seyrediyorlar.
* * *
- Susuyorum, yalancıların yalanları yüzünden bazı kalplere “ulan acaba bir şey mi var” kuşkusu düşüyor.
- Konuşuyorum, dostlarım “Yine bu müfterilere prim vermişsin, rezil olmasını bilmeyen kişileri utandıramazsın, cevap verme şunlara” diyorlar.
- Bazen susuyorum, bazen konuşuyorum, o zaman da “ona niye sustun, buna niye konuştun” diye çemkirenler çıkıyor.
- “Korkmuyorum” diyorum, “Korkundan böyle söylüyorsun” diyorlar.
- “Korkuyorum” diyorum, “Ha! Ha! İşte korktuğunu itiraf etti” diyorlar.
- “Ciddiye almıyorum” diyorum, “Sen bu işi ciddiye alsan iyi edersin” diyorlar.
- “Ciddiye alıyorum” diyorum, “Yok artık, seni de mi Ergenekon’dan içeri alacaklar” diye dalga geçiyorlar.
Kısacası...
Sustum olmadı. Konuştum olmadı. Kâh sustum, kâh konuştum olmadı. Korkmadım, olmadı. Korktum olmadı. Ciddiye aldım olmadı, ciddiye almadım olmadı.
Sonunda şuna karar verdim:
Dik başlı, delikanlı haykırışlı dört dörtlük bir meydan okumada bulunmak.
“Minibüs muavini edalı çakma komiser” tipinin bu tür meydan okumalardan etkilenmeyeceğini biliyorum.
Ben daha çok, “ulan acaba bir şey var mı?” diye içine kuşkunun zerresi düşen “ortada kalmışlar” için yapıyorum bu meydan okumayı...
* * *
Diyorum ki:
Hodri meydan!
Benim Odatv adlı internet sitesine müstear isimle yazdığım siyasi içerikli bırakın bir yazıyı, bir kelimeyi, bir tek harfi ispatlayın.
Hadi...
Durmayın! İspatlayın.
Bundan sonrasını Tayyip Erdoğan gibi söyleyeceğim:
Eğer ispatlayamazsanız şerefsizin önde gidenisiniz.
MUHAFAZAKÂR camiada bu partinin yol açtığı bir tartışma var.
Türbanlı yazar dedikleri: Elif Çakır.
Elif Çakır için teknede bir doğum günü partisi düzenlenmiş.
Partiye Fatih Çekirge de katılmış.
Kıyamet koparıyorlar.
Fatih Çekirge’ye, “Sen ne hakla geliyorsun Elif’in doğum gününe... 28 Şubat’ta yaptıklarını unutmadık” diyorlar.
Elif Çakır’a, “Sen ne hakla Fatih Çekirge’yi partiye davet ediyorsun” diyorlar.
* * *
Ben bu yaklaşımda üç sorun görüyorum:
BİR: İşin içinde Elif’in ya da Fatih’in keyfine kâhya olma gayretkeşliği var... Soruyorum: Ne yani? Fatih ile Elif ilelebet düşman mı olacak? Bir araya gelmeyecek mi?
İKİ: Dostluklar ve düşmanlıklar 28 Şubat’ta yapılıp edilenlerden yola çıkılarak oluşturulacaksa sadece Elif ile Fatih’in dostluğu değil çok sayıda dostluğun gözden geçirilmesi gerekmez mi? Niye sadece Elif? Niye sadece Fatih?
ÜÇ: Eğer teknede doğum günü partisi düzenlenen yazar, türbanlı kadın yazar değil de muhafazakâr erkek yazar olsaydı, bu gürültü kopmazdı. Çünkü muhafazakâr yazarların kurduğu dostluklar değil de Elif’in kurduğu dostluklar sorun ediliyor. Kısacası mesele biraz da Elif’in kadınlığında...
- İslamcı aydınların hakkı haykırmaktan imtina ettikleri bir ülkede...
- Devlet katlarından gelen her türlü ulufenin üzerine bodoslama atlandığı bir ülkede...
- Tepelerden gelen bir davet üzerine koşturmayanların kalmadığı bir ülkede...
- Bağımsız İslamcı aydın duruşunun acayip hırpalandığı bir ülkede...
- Okumuş yazmış mukaddesatçıların muktedirlere danışman olduğu bir ülkede...
Şair Sezai Karakoç’un Çankaya Köşkü’nden kendisine verilen “en yüce” ve “en büyük” ödülü almaya gitmemesi yüreğimi ferahlattı.
* * *
“Şiir öldü” falan diyordum ya...
Artık şöyle diyorum:
Yine ne varsa şairde var.
Bize verdiğin klas duruş dersi için çok teşekkürler Sezai Karakoç.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Rojin için “aşüfte” dedi ya...
Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşi, ardından da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Rojin’i arayıp özür dilediler ya...
İşte bu olay Akit adlı gazetenin kanına dokunmuş.
Gazetede yapılan yorumu aynen aktarıyorum:
“Rojin’e dokunan yanar! Kadın ne bulunmaz Hint kumaşı ise TRT’nin kendisini meşhur ettiği görmezden gelinip şimdi TRT’ye saldırının atlama taşı oluyor. Başbakan, yetmiyor Başbakan Yardımcısı özür dilemek zorunda kalıyor”.
* * *
Ne dersiniz, “yuh” deyip geçelim mi?
SİNEMA filmlerine yazar davet edip özel gösterim yapmak gibi bir gelenek oluştu.
Davete icabet etmek lazım diye gidiliyor.
Sonuç?
Beğensen de beğenmesen de rüşvet-i kelam edeceksin.
Etmezsen ne olur?
Ne olacak? Biraz ayıp olur.
Bu durumdan kurtarmak için... Bir prensip kararı aldım:
Bundan böyle bu tür davetlere asla icabet etmeyeceğim.
Gişede parayı ödeyip seyredeceğim filmi...
MELİH Gökçek’in oğlu Osman Gökçek aradı. İki şey söyledi:
BİR: Ben o televizyonun sahibi değilim. Babamın da televizyonla bir ilgisi yok. Ben sadece orada maaşla çalışıyorum.
İKİ: Söz konusu programa benim bir müdahalem olmadı. “Şunu tartışın, bunu tartışın” demedim.
* * *
Beyan esastır. Osman Gökçek böyle söylüyor.
Ben de beyanı esas kabul ediyorum.