Yavuz Sultan Selim'in CHP değerlendirmesi
CHP, dedelerimizin partisi (Ana tarafımdan dedem, vesikalık aldırmayı reddedecek derecede mutaassıp, baba-dedemin particiliğini bilmiyorum; fiilen amcam tutarmış CHP'yi; babam DP'li ama). Başka parti seçmek imkânı bulsalardı durum değişir miydi bilinmez. Tek parti devrinin CHP'si Türkiye'nin kaderi, fiili durumudur, "De Facto" bir şey. Bu fikirle ve bu fikrin geçmişiyle hesaplaşıp, ölülerimizi usûlüne uygun şekilde defnetmemiz lazım.
Tam yeridir; sağlığında pek iyi şöhret bırakmayan bir adam ruhunu teslim etmiş. Cenazeyi yıkamış, camiye götürmüşler ki namazı kılınsın. Cenaze namazı farz-ı kifâyedir mâlum; yakınları komşuları musalla taşının önüne dizilmiş, "Görevdir" diye cenaze namazını da kılmışlar fakat imam âdet olduğu, "Merhumu nasıl bilirdiniz?" diye nidâ edince ahaliden çıt çıkmadığı gibi öyle kimsenin "İyi bilirdik, ehl-i sünnet ve'l-cemaat idi" diye gürlediği de yok, bilakis cemaat homurdanıp durmakta... İşin kötüye gittiğini gören yakın akrabalardan biri imamın kulağına eğilip demiş ki, "Uzatma hoca, ölü bizim Allah rahmet eylesin. Hemen Fatiha çek, sen de kurtul biz de!"
Bizim millet, ölenlerine karşı sistematik gayz beslemez; ölümle mevtânın dünyaya dair işlerinin kapatıldığı kabul edilir, tabii usulüne uygun kapatılmış ise.
Tek parti devrinin CHP'sini usûlüne uygun defnedemedik, çünkü ölü bir türlü ölmedi; ne CHP'liler bu mânâda toplumdan helâllik istedi, ne de kimsenin gönlünden böyle bir şey geçti. Tek parti devrinin, 27 Mayıs'ın CHP'si, sanki matah bir şeymiş gibi "tarihi birikim ve zenginliğinden" dem vurarak modern zamanlarda karşımıza gelip oy istiyor. Vermiyoruz başka ama sevenleri, hâlâ tutanları var. Ne iflâh oluyor CHP, ne de doğru dürüst can verip tarih galerisindeki yerini alabiliyor. Yavuz Selim Hân'ın Farisi beytindeki gibi: "Ne zinde em ez hicr-i tu ey şûh ne mürde / Feryâd ez în nev vücûdî-i adem âlûd", yani, "Hasretinden ne diriyim ey şuh ne ölü / Bu yokluğa bulaşık varlıktan feryâd ediyorum!"
Kemal Kılıçdaroğlu CHP'nin başına gayrıtabii bir sebeple ama meşrû yolla geldi. Eski CHP'yi usûlüyle defnettikten sonra yenisine, yeni bir varlık mânâsıyla vücud verebilecek karatta göründü gözümüze; zaman zaman bu noktaya yaklaştığı demler de oldu ama yapamadı. Yaptırmadılar değil, eli varmadı, cesaret edemedi. CHP'yi küllerinden bir Simurg (Phoenix, Anka) gibi yeniden doğuracak adımı atamadı. Tek partili CHP hayaletini, genel merkez binasından ve bürokrasinin derin koridorlarından ebediyyen kovacak hamleye cür'et bulamadı. Dileseydi başarır, hatta CHP'yi iktidar alternatifi haline getirebilirdi; ne yazık ki genel başkanlığının son demlerinde partisi, Başbakan'ın makara malzemesi mevkiindedir.
Şunu söyleyecekti, basitti ve üstelik doğru olan da buydu:
"CHP, devletin kuruluşundan itibaren iyi niyetle de olsa bugün onaylamadığımız siyasetler izlemiştir. Parti büyüklerimize saygılıyız ama yanlışlıklarını savunmak gereğini duymuyoruz. Biz artık tek parti devri CHP'sinin devamı bir parti değiliz. Yeni CHP'yiz. Devletten değil toplumdan yanayız; toplumun mutluluğu ve refahı yeni CHP'nin öncelikli hedefidir. Artık kimse bize, parti geçmişimiz üzerinden vurmaya, tarih polemikleri icad ederek vebalini sırtımıza yüklemeye çalışmasın. Biz, bundan sonra geçmişimizle değil geleceğe yönelik fikirlerimizle değerlendirilmeyi hak ediyoruz."
Durum şöyle şimdi; mevtâ yarı beline kadar gömülü, kefenin bir tarafı açılmış, tek gözüyle etrafı seyrediyor. Yazıktır, vallahi merhametim galebe ediyor; şu "Yıkılan, satılan camiler" polemiğinde CHP'nin savunmaya geçmesinin doğrusu hiç anlamı yoktu. Öyle olunca Başbakan, "Hayhaaay" diye tartışmaya girdi ve bence haksız bir üstünlük kazandı. Haksız, çünkü bu CHP'yi "Tarihsel sâbıkalarının" kötü şöhretinden ötürü pataklamak için bırakınız tarihi, boks bilmek bile gerekmiyor.
Tarihe geçebilirdiniz Kemal bey, olmadı; şimdilik sadece CHP tarihine geçeceksiniz.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)