Muhafazakar mahallelerdeki aileler, çocuklarına en önce dünyanın koca bir “yalan” olduğunu öğretirler…
Ya da “öğretirlerdi” demek lazım aslında!...
Çünkü şimdi aynı şeyi söyleyebilmek öyle zor ki…
“Dünya” bütün elementleriyle birlikte tüm şehrin gerçeği olmuş artık…
Adına “yalan” denilen bir şey kalmamış ortalarda…
Hal böyle olunca etraf “gerçeklerden” geçilmiyor…
Eskiden, “gerçek” bir taneydi ve herkes ona ortaktı!...
Bugün ise, herkesin birden çok “gerçeği” var…
Ortalamaya vursanız, kişi başına “365” gerçek bulursunuz…
Günlük giyilen ve “kullan-at” tabir edilen kıyafetler gibi!...
Ömrü çok fazla uzun olmayan ve yerini kısa bir süre sonra diğerine bırakacak olan bir gerçeği düzeltmeye çalışmanın veya tamir etmenin de bir mantığı yok değil mi?
Zira boşuna masraf olur!...
- Hayata, “yalan dünya” gözüyle baktığını,
- Paraya ve malamülke heves etmediğini,
- Geçici zevklere prim vermediğini,
- Eşyaları kıymetlendirmediğini,
- Gerçek dünyasını da, “ahiret” olarak tanımladığını haykırdığı halde; davranışlarıyla bunun tam aksini yapan insanlar…
Sayısı büyük bir hızla artan bu insanlara, değişen davranışlarını haklı gösterecek yeni gerçekler lazım!...
Dünün gerçeği ile, bugünün gerçeğinin birbirinden bağımsız olduğuna inandıracak türden…
“Dün dündür, bugün bugündür” sözünün sahibi rahmetli Demirel’in bu mevzudaki başarısını takdir etmek gerek!...
Siyaset, ekonomi, ahlak ve hukuk başta olmak üzere toplum hayatımızın her alanında sürekli yeni gerçeklerle karşılaşıyoruz…
Ve bu gerçeklere çok kolay adapte olabiliyoruz…
Terk edilen, iptal edilen veya geride bırakılanlara “onlar da , o günün gerçekleriydi” deyince tüm taşlar yerine oturabiliyor artık!...
Sandığınız gibi değil…
“Yalan dünya” diye bir şey yokmuş meğer!...
Eskiden söylenenler de, şu anda söylenenler de tamamıyla doğruymuş!...
Biz farkına varamamışız…
Dünya her şeyiyle birlikte tam bir gerçekler dünyasıymış oysa:
- Sadece eski gerçekler ve yeni gerçekler diye birbirinden ayrılan!...
“Eee, o zaman sorun ne?” diyeceksiniz…
Sorun; benim gibi eski gerçekleri yeni gerçeklere bir türlü bağlayamayanlar…
Kafasındaki taşları bir türlü yerine oturtamayanlar…
Halbuki, o kadar anlatıyorlar, o kadar açıklıyorlar ve bas bas bağırıyorlar!...
Yine de anlamıyoruz…
Sezai Karakoç, bu konuda diyor ki:
- Anlamak masraflı iştir. Emek ister, gayret ister, samimiyet ister... Yanlış anlamak kolaydır oysa… Biraz kötü niyet, biraz da yetersizlik kafidir!...
Demek ki biz işin kolayına kaçmışız… Ya art niyetten, ya da yetersizliğimizden…
Gerçekleri yanlış anlayıp, etrafta “yalan” aramaya kalkanlara bir çift laf da filozof William James söylemiş:
- “Yanlış anlayanlar tarafından söylenen bir doğrudan daha kötü hiçbir yalan yoktur!”
Kendi adıma özür dilerim!
Çocukluğumda, büyüklerimin kafama soktuğu “yalan dünyayı” yanlış anlamışım… Bir an önce benim de gerçekler dünyasına dönmem gerek!...