Ya çözüm ya tak sepeti koluna…
Giderek daha kararlı olmaya başladı Ankara…
Kıbrıs sorununun artık doyuma ulaştığı, çözüm zamanının gelip hatta geçtiği, artık tarihe mal olması gerektiği görüşü hâkim hükümet çevrelerinde…
Dışişleri Bakanlığı yoğun mesai harcamakta, elimden geleni yapıp bu sorunu geride bırakacağım” diyen siyasi iktidara öneriler hazırlamakla meşgul…
Geçen ay BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a, Yunanistan’a ve BM’nin Güvenlik Konseyi beş daimi üyesine (P5) gönderdiği mektuplarda izah etti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: Kıbrıs’ta çözüm istiyoruz; kararlıyız; doğacak faturayı göğüslemeye hazırız.
Peki her çözüme hazır mı; her çözümün faturasını fatura ne olursa olsun ödemeye hazır mı Ankara? Gerek siyasi gerekse akademik çevrelerde üç olasılık ve üç ayrı politika kararı ihtiyacı dolaşmakta.
1- Statükonun devamı durumu…
Rumların birinci seçeneğinin bu olduğuna inanılıyor. Rumların çözüm derken mevcut statükonun bir şekilde legalleşmesinden öteyi istemediklerine inanılıyor. Bu durum doğal olarak kabul edilemez. Eğer statüko çözüm olacak ise Rumlar da faturayı ödemeli. Bu durumda bile taraflar arasında görüşmeler yoluyla uzlaşıya varılmalı, en azından uzlaşı aranmalı. Rum tarafının devlet ve hükümet, Türk tarafının “sözde devlet” ve “meşru hükümetle sorunu azınlık Müslüman toplum” statüsünü kabul edilemez. Statükonun devamı ilan edilmemiş iki ayrı devlet demektir.
2- Federal çözüm
Federal çözüm iki tarafın iyi niyetli, istekli ve özverili olmasını gerekli kılmaktadır. Adada sadece tarafların birinin istenci ile ve uluslar arası baskı ile federasyona gidilmesi durumunda kısa zamanda daha büyük faciaların yaşanabilmesi mümkündür. Rum tarafının gerçekten birlikte yönetime, yönetimde egemenlik paylaşımına zihinsel olarak geçebilmesi için başta Rum liderliğinin gayreti gerekmektedir. Mevcut sorunun temellerinden birisi zaten egemenlik paylaşımının Rumlar tarafından reddidir. Federasyon çözümü için göreceli olarak büyük toplum olan Rumların Kıbrıs Türklerine karşı daha şefkatli yaklaşmaları gerekmektedir. Durum tam tersidir. Ayrıca taraflar arasındaki ekonomik disparite (ki kriz dolayısıyla biraz düzelme göstermiştir) Kıbrıs Türkleri aleyhindedir ve geçiş sürecinde düzeltilemez ise çözüm ekonomik olarak yaşayabilir olmayacaktır.
3- İki ayrı devlet
Kıbrıs Türklerinin çoğunluğu açısından iki devletli çözüm federasyon seçeneğinin mümkün olmaması durumunda tercih edilecek ikincil çözüm seçeneği olmuştur. Ancak iki devletli çözüm dahi muhakkak görüşmeler ve uzlaşı ile sağlanmalı, nihayette Kıbrıs’ın hem kuzeyinde hem de güneyinde Türkiye ile iyi ilişkiler içerisinde devlet veya devletler olmalıdır. Federasyon görüşmelerinde toprak/egemenlik al-veri gibi iki devletli çözümde de toprak/barış al-veri kaçınılmaz olacaktır.
Bu değerlendirmeler tabii ki daha çok detaylı. Mal-mülk meseleleri var, takas sistemi var, tazminat olayı var, kısaca var oğlu var… Mesele Türkiye artık ille de federasyon diye tutturmamakta, uzun zamandır farkında olduğu ama “ne derler” endişesiyle seslendirmediği “Rum tarafı çözüm istemiyor, ısrarı statükonun devamı, Türklerin muallâkta kalmaya devam etmesi, kendisine mahkûmmuş hissine kapılmasıdır” kanısını artık her ortamda söylemekte ve dahası “bu böyle devam edemez, müsaade etmeyiz” diyebilmektedir.
Biliyorsunuz Alexander Downer Ankara’da idi geçenlerde.
Adam kendine bir iş bulmuş uzatmanın yollarını arıyor. Farkında aslında mermilerini tükettiğini, yapacak iş kalmadığını artık bir katkı koyamayacağını…
Önce Ankara’ya gelmek istemiş. “Ne konuşacağız?” demiş Ankara’dakiler “Biliyor musunuz Rum tarafı ne diyor, Atina ne diyor? Bizle neyi görüşeceksiniz? Biz çözüme hazırız, ilave adımı da atmaya hazırız dedik, Rumlar nerede?” diye sormuş Davutoğlu’nun ofisi.
Bozulmuş, kerhen önce Yunanistan’a, sonra Rum tarafına, KKTC’ye ve en nihayette de Ankara’ya gelmiş… Sonra da Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile görüşerek turu tamamlamış.
Sanki BM genel sekreterinin temsilcisi değil de Rum lider Anastasiades’in ulağı gibi konuşmuş Ankara’da… Ekonomik sıkıntılardan bahsetmiş, sorunları anlatmış, “Eylülden önce görüşmeler başlayamaz, anlayış gösterin” demiş.
Müthiş bir sözdür, kim söylemiş, ne zaman söylemiş bilemiyorum ama ben çok severim. “Karşısındakini aptal sanan aptalın en önde gidenidir…”
Hatırlatmışlar Downer’e Ankara görüşmelerinde. Demişler Annan Planı süreci başlatıldığında o zamanki Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş sadece birkaç gün önce kalp ameliyatı geçirmiş yatakta idi. Yataktan kaldırıp görüşme sürecine sokmadı mı onu uluslar arası toplum? Ne seçim dediniz, ne iç siyasi gelişmeleri dikkate aldınız Annan Planı sürecini dayattınız. Şimdi ne oluyor? Üstelik siz de biliyorsunuz ki çözüm ekonomik krizi geride bırakmaya muazzam katkı koyabilir.
İyi de anlamamakta ısrarlı olana laf anlatabilmek mümkün mü?
Downer de ısrar etmiş, Alpay’ın dediği gibi “Eylül’de gel okul (görüşme) yoluna” demiş. P da belki Eylül, belki Kasım belki daha da sonra.
Farkında değil adamlar.
Mevcut Türk hükümeti ayak bağı olarak gördüğü, gerek içeride gerekse uluslar arası arenada daha büyük bir Türkiye’nin ortaya çıkmasını engelleyen en önemli etkenler olarak gördüğü Kürt ve Kıbrıs meselelerinden “kurtulmaya” kararlı.
Bu kurtulma ille de “düş yakamdan” tarzında teslimiyetçi bir yaklaşımla olmak zorunda değil, zaten Türkiye’nin de öyle bir eğilimi yok. Ankara “yaşayabilir ve yaşatabilir” uzlaşı temelli çözümler peşinde ama kendi çözümü de var kafasında…
Örnek mi? Bakın anayasa meselesinde yaşadıklarımıza ve yaşayacaklarımıza. Ne diyor iktidar partisi? Ya uzlaşır ortak metin ortaya koyarız ya da biz kendi metnimiz ile devam ederiz.
Kıbrıs’ta da aynı olay gündemde. Terbiyeyi de atmış Anastasiades. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile “sosyal temas” çerçevesinde bir akşam yemeği önerisine “29 Mayıs akşamı müsaidim” demiş. Israrla görüşmeden kaçılacak, bir sosyal buluşma için bile 29 Mayıs akşamına gün verilecek ise, “tak sepeti koluna herkes kendi yoluna” demenin zamanı gelmiştir belki de…
(Star Kıbrıs)