‘Kitaplarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur’ diye yazar İngiliz yazar Virginia Woolf.
Seçtiği temalarla, yazım tekniğiyle ve cesaretiyle adını edebiyat tarihine yazdıran Virginia Woolf, 76 yıl önce bugün cebine doldurduğu taşlarla gölde yürüyerek hayatına son verdi. Ölüm yıldönümünde Londra’nın en güzel mahallelerinde yaşadığı evlerde adını göreceğiniz Feminizmin temsilcisi Woolf’u hatırlatmak istedim kısaca. Bakalım nasıl olacak?
Londra’nın Bloomsbury Mahallesi şehrin asil duruşu, görkemli binaları, Georgian tarzı evleri, eski kokan kitapçıları, çekici kahveleri, Russell ve Bedford meydan parklarıyla harika bahar ve yaz tecrübeleri kazandırır size. Londra’nın ana merkezi kabul edilen Parlemento Meydanı ve Trafalgar Meydanı’na 20-30 dakika yürüyüş mesafesindedir, British Museum da bu mahallededir. Sadece sokak sokak dolaşıp panoramik yürüyüşünüzün bile lezzetli olduğu bu mahallede güzel birkaç gün planlayabilirsiniz. Rehber olarak benim eşliğimde yorularak daha da keyifli de olabilir elbette.
Edebiyatın 20. yüzyıldaki en önemli figürlerinden ve ‘Bloomsbury Topluluğu’nun kıymetli üyesi Virginia Woolf da bu mahalle ile anılır, yaşadığı birkaç ev buradadır. Aslında kendisi topluluğun tam da merkezindedir. Edebiyat, sanat, yazarlık alanlarında öne çıkmış bohem arkadaşlarıyla perşembe ve cuma akşamları burada buluşur; Vanessa-Clive Bell, Duncan Grant, John Maynard Keynes, Lytton Strachey ve diğerleri ile…
Topluluk üyeleri artistik ve edebi becerilerine rağmen daha çok farklı yaşam tarzı benimsemeleri ve eşcinsel haklarını savunmaları ile tanınmıştır. Aslında onlar Viktoria Dönemi olarak adlandırılan ve burjuva adetleri ile sarmalanan yaşam tarzına karşı çıkarak kendi tarzlarını özgürleştirmişlerdir. Topluluğun modern İngiliz yaşam tarzı ve kültürünün oluşmasına önemli katkıları olduğu bilinir. Ayrıca, İngiliz resim sanatına soyut resmi kazandıran Bloomsbury Topluluğu üyeleridir. Zengin ailelerden gelen topluluk üyeleri yeni yetişen sanatçıları destekleyerek 20. yüzyıl İngiliz güzel sanatlarının gelişimine önemli etki ve katkı sağlamışlardır.
Daha önce oyun yazarı ve eleştirmen George Bernard Shaw tarafından kiralanan Fitzroy Square 29 numaraya taşınırken Woolf çok heyecanlıymış. Mektuplarında parlak yeşil halıları olduğunu ve eskimiş mobilyalar satın almak istediğini yazar. Ancak sonrasında buranın alışkın olduğundan daha gürültülü olduğu kanaatine varır. Penceresinin altından geçen kamyonlar ve müziklerinden rahatsız olur. Bloomsbury mahallesini ve haftalık toplanmaları çok sever ama gürültüden de çok rahatsız olduğu için ‘…Keşke Bloomsbury deniz kıyısında olsaydı..’ der. Daha sonra yazdığı ‘To the Lighthouse’ isimli eserinde de bu hususu anlatır. Bu sebeple Brunswick Meydanı’ndaki evine taşınır, yani bu mahallede başka bir evi daha vardır.
Woolf evinin ikinci katını kullanır ve yazılarını yazar. İlk romanı ve diğer eserlerine etkisi olduğu söylenen “The Voyage Out/Dışa Yolculuk’ eserini 1910-1915 yılları arasında burada yazar; kadın bilinçlenmesi, cinsellik ve ölüm.
Eserlerini yazdığı çalışma odasının tozlu ve dumanlı hali Nicole Kidman’ın başrolünde ‘The Hours’ filmine konu olmuştur. Burada ruhsal sıkıntıları ortaya çıkar ve 1910 yılında sanatoryuma kaldırılır. Bu sıkıntılarında kız kardeşinin eşi Clive Bell ile kurduğu duygusal yakınlığın etkisi olduğu söylenir.
Herkes ‘Kim korkar hain kurttan?’ filmini ve oyununu duymuştur. Film Elizabeth Taylor’a Oscar Ödülü getirdi, Türkiye’de Kenter Tiyatrosu tarafından sergilendi. Filmin orijinal adı ‘Who’s Afraid of Virginia Woolf?’ ise de Türkiye’ye getirildiğinde Virginia Woolf’un uluslararası şöhretine rağmen Türkiye’de tanınmış bir yazar olmamasının filmin gelirini arttırmayacağı düşünüldüğü için bu isim uydurulmuştur. Ama Woolf soyadı da kurt anlamına gelen wolf’a benzemiyor değil. Hain kurt veya hain Woolf…
Oldukça tuhaf veya sıradaşı bir şahıs olduğunu anlayınca daha sevilerek okunur eserleri…İşte, Bloomsbury Mahallesi’ndeki gezintinizde evlerin üzerlerinde ve sahaf raflarında karşınıza çıkar daha birçok diğer İngiliz yazar gibi. İlk basım eserlerini bulmak ve alınamasa da bakmak ve koklamak da şahane bir tecrübedir.