Vicdanlara yazılan mektup
Görev yerinde iki gün kaldıktan sonra evini götürmek için memleketine geri geldi... Eşine “İsterseniz siz gelmeyin. Orada şartlar zor, köyde su yok, lojmana tamirat lâzım” dedi... Ama eşi kabul etmedi, “Sait sen neredeysen, ben ve kızım yanındayız” cevabını verdi... Gittiler, şartlar zor olsa da mutluydular...
29 Eylül 1994 akşamı, yemeklerini yemişler, kızlarıyla oynuyorlardı... Köyde su olmadığı için pis sulardan dolayı tifoya yakalanan Aklime Hanım aynı zamanda hamileydi... İlaç kullandığından ayakta duramadığı için, Sait öğretmen eşinden ve kızından yatmalarını istedi...
Aklime Hanım uykudayken kapının çok sert vurulduğunu duydu ve kalktı... Kapıyı açan eşinin karşısında, ellerinde telsizler de bulunan silahlı iki kişi vardı... İçeri girip oturdular... Aklime Hanım “Adamlar kızımızı görünce bize bir şey yapmazlar” düşüncesiyle kızını uykusundan kaldırıp tuvalete götürdü...
Silahlı kişiler Sait öğretmene “Bizi kapıya kadar geçirir misin?” dediler... Öğretmen ve eşi balkona çıkınca, adamlar “Dışarının lambasını söndürün, evinizden çıktığımızı kimse görmesin” diye seslendiler... Kapılarındaki köpeğin kendilerini ısırmaması için ona ekmek vermelerini söylediler... Ardından “Hoca gel, sana da bir şey diyeceğiz” diyerek öğretmeni çağırdılar...
Hanımın hiç aklına gelmemişti iyi kalpli eşini öldürecekleri... Birden kurşun seslerini ve o sesleri takip eden eşinin “Aklime” diye bağırışını duydu... Yerde can çekişen eşine doğru koşup ona sarıldı ve “Beni de öldürün” diye haykırdı... Ortalıkta kimse kalmamıştı, Sait öğretmen o hâliyle “Korkma, ben yaşıyorum” dercesine hanımına işaret yapıyordu...
Aklime Hanım başındaki yazmayı eşinin sağ göğsüne bastırıyordu kanamayı durdurmak için... Bir yandan “Ölme ne olur, çocuğunu gör” diye bağırırken, diğer yandan Azrail gelmesin diye Allah’a yalvarıyordu...
Birden eve döndü, el fenerini aldı ve yardım istemek için köye koştu... Kimse kapısını açmıyor, yardım etmiyordu... Köylüler onu kovuyorlar, “Git, başımıza belâ mısın?” diyorlardı... Eşinin yanına geri döndüğünde kızı “Ne oldu anne, neden bağırıyorsun?” diye soruyor, o tekrar köye yardım istemeye gittiğinde zavallı kızı koşup eve giriyordu...
Çaresizlik içinde çırpınıyor, köylülere “Köyün erkekleri gençleri korkuyorsa, bari kadınlar yardım etsin” diye yalvarırken, kadınlara zarar vermezler diye düşünüyordu... “Bana bir şey yapmadılar, size de yapmazlar” diyor ve onların çocuklarına eğitim amacıyla burada bulunan eşi için “Bari bir at arabası verin, eşimi şehire tedaviye götüreyim” şeklinde adeta yakarıyordu...
Baktı ki kimse yardım etmeyecek, ağır yaralı eşinin yanına döndü... Başını dizinin üzerine koydu... Onun can vermek üzere olduğunu görünce dudaklarını suyla ıslattı, kelime-i şehadet getirtti... Başının altına bir minder koydu, üstünü örttü...
En sonunda köy muhtarının kardeşi geldi ve “Ölmüş kızım, kalk gidelim bize” dedi... Teröristlerin geri gelip, kendisine ve kızına kötülük yapmalarından korktuğu için muhtarın kardeşinin evine sığındı... Şu satırlar Aklime Korkmaz’ın Gökkubbe’ye yazdığı mektuptan: “Evimizin köye uzak olmasından başka, aramızda bir de dere vardı. Dörtbuçuk aylık hamile olduğum halde, kim bilir kaç defa göğsüme kadar sulara gömüldüm, köylülerden yardım istedim. Ben ki köylülerin vahşi köpeklerinden korkuyordum, o gece köpekler feryadımdan korkup kaçıyorlardı.”
Sait öğretmen şehit oldu, eşi Aklime Hanım ise iki evlâdı için yaşıyor... Bu ülkede öğretmenler katledildi... Silahsız ve savunmasızlardı... Kimisi bayrak direğine Türk bayrağını çekmekte ısrar ettiği için o direğe asıldı, kimisi öğrencilerinin önünde vuruldu, kimisi telle boğuldu... Diyarbakır Hantepe’de lojmanlarından alınıp katledilen dört öğretmenden ikisi yeni nişanlanmıştı...
Evet, bu katliamların yaşandığı vatan topraklarında PKK’lılar için; ‘boşuna ölmediklerini gösterecek’ gerekçeler arayan aşağılık kafalardan hiç bir beklentisi yok mazlumların... Ama içinde kararmamış bir vicdan barındıran, yetimlerden utanan, Allah’tan korkan ve adaletsizliğin ne anlama geldiğini bilen ‘hür beyinler’ varsa bunlara hatırlatmak istedim...
İçinden geçtiğimiz günlerde bir tarih yazılıyor... On yıl, yirmi yıl sonra çocuklarının veya torunlarının utanarak hatırlayacakları bir kara miras bırakmak istemeyen ‘yetkililer’ bilmelidirler ki, çocukları eğitsin diye dağlara saldığımız, sonra cesetlerini topladığımız öğretmenlerin vebali sizlerin tekrar tekrar seçilme endişenizden daha kalıcıdır...
“Dünya küfr ile durur, zulm ile durmaz” a imanla hatırlatalım: Adaletsizliği hangi gerekçeyle olursa olsun ‘adalet’ hâline getirirseniz, kendi akıbetinizden mutlaka korkun!..
Döner, bir gün sizi de vurur... Hem de mutlaka...
(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)